İnsanlar sevgililer
gününün 14 Şubat olduğunu düşünürken 13 Şubat ve 15 Şubatın ne kadar önemli
olduğunu unuturlar. Bana sorarsanız öğrenci yurdunda kalanlar için asıl kabus
13 Şubattı. Kızların erkek arkadaşları için güzel görünmek uğruna geçirecekleri
evrimin ilk basamağı banyoydu. Ancak onların bu geçerli istekleri, Bakanlığa
bağlı Yurtkur’un öğrenciler için tasarladığı ahırlarda pek hâsıl olamıyordu.
Toplasanız her katta üçer banyo vardı. Ancak o üç banyoyu bekleyenler en az
halk ekmek sırasındaki insanların toplamı kadardı. Bekleyen herkes aynı amaç uğruna
saatlerce mücadele veriyordu. Hepsini geçtim 13 Şubatın gecesinde yurtta uyumak
imkânsızdı. Saç kurutma makinesi sesleri, saç düzleştirici ve maşalardan çıkan
duman ve kıl yanığı kokusu insanın burnunda kekremsi bir his oluşturuyordu.
Zaten 14 Şubat sabahı üniversiteye giderken koridordaki aynalardan yararlanmak
neredeyse imkânsızdı. Birbirini ittiren, ittirirken saçı bozulan kızın
hışmından ve bağırmasından kendini kurtaramayan, soluğu isyanda alanlar… Tüm
kızlarda bir beklenti havası tütmekteydi. Herkes erkek arkadaşının kendisine
dünyanın en güzel hediyesini arayıp, bulup, ertesi gün kendisine sunacağından emindi.
Peki, bu hediyeler neden maddi değeriyle manevi değeri arasında uçurum olan
cinstendi? Hep aynı tip söylemler: Sadece çiçek alırsa onunla iki adım atmam
diyenler ama genelinde her şeyi düşünen bir erkekle bir günlük prenses olma
hayali… İki saniye düşünelim.. Hop! Mantıktan yoksunlaştığımız anlar.
Maddiyatın maneviyatı yobazlaştırdığı hisler. Her kızın prenses olduğu bir
dünya düşünelim. İyi ama bu dünya masallarda bile mevcut değil ki dayımın kızları.
Masallarda bile tek prens tek prenses gerisi hava cıva. Bir gün geçer günler 15
Şubatı işaret ederken acı gerçekler ortaya çıkar ve yurdun her yerinde bal
kabakları oluşmuştur. Mutluluğu arayan kitle mutsuzlukla sıvanmıştır.
Hedeflerin çıtası çok yükseğe çekildiği için oradan düşmekte o kadar acıdır.
Hediyeler beğenilmemiş, tepkiler konulmuş, birçoğu 15 Şubata küs uyanmıştır.
Ama sırf kimseye çaktırmamak için maskeler hiç üşenilmeden takınılıp sahte gece
anılarıyla alengirli bir güne daha merhaba denmiştir. Anlatanlar, dinleyenler, inananlar,
inanmış görünenler… O zaman Eros’un okunun kimi dürttüğü de meçhul bir halde
sürüncemede kalmıştır. Peki, ben bu kadar şeyi nerden mi biliyorum. Herkes bir
telaşla bu hazırlıkları yaparken birinin onların bu sürü psikolojilerini
gözlemleriyle gütmesi gerekiyordu. Bu işi zevkle üstlendim. Ya da bugünü yalnız
geçirmenin sebebini söylemek saçma olduğundan size kılıf uyduruyorum. Hayali
kurulan Romeo ve Juliet’in hikâyesi gibi efsane aşklar belki de geçmişte kaldı.
Bu yeni nesil hikâyelere güvenebilmek mümkün olabilir mi? Çünkü yeni nesil
aşklar özgürlüğe ulaştı. Cinsel özgürlük dâhil her türlü özgürlükten bahsediyorum.
Ama işin korkunç yanı en basit yoldan, emek vermeden birbirimize ulaşalım
derken maddeleştik ve aşktan, onun eşsiz kimyasından mahrum kaldık. Umut? İşte
o her zaman var… Bir gün herkesin kendini pervane gibi hissetmesi ve ateşin
peşinden koşacak kadar duru bir his yaşaması dileğiyle ama bu hissi yaşarken
diğer günleri çuvala atmadan sadece dünyada tek gün şubatın on dördüymüş gibi
yapmadan yaşamanız dileğiyle...
Adana Fevzi
Çakmak Kız Yurdundan Sevgiler-2012