25 Ocak 2015 Pazar

GÖLGESİNİ KAYBEDEN HEYKELCİKLER


Bazı konular sadece tek kişinin idrak edemeyeceği kadar karışıktır. Korkularımızda ve umutsuzluklarımızda gerçeğin nesnesini bulmak için çıkmıştık yola. Hayatlarımızda gösterişsiz sadeliği, yalındaki derini aradık belki. Her birimiz bir oyunun içindeyiz sınırları belli, dipleri yâr olan. Dilimize pelesenk olmuş acılarımız, bakıldığı seviyenin rengini taşıyan hakikatlerimiz var. Bazen ömrünü endişeyle tamamlamaya ve sürekli acı çekmeye mahkûm olan zavallı ruhlarız, bazen de yeni sayfalar açıp dünden benliğini kurtaran bugünün çocuklarıyız. Geçmişle geleceğin inatçı bir illüzyon olduğunu düşünürsem isteğimdir şuanı hiç terk etmemek, şuan dediğin zaman dilimini sonsuzluğa atfetmek. Şimdinin içinde birinin hayatına dâhil olmak çetrefilliydi. Neticede birinin hayatına girmek han kapısı, çıkması can kapısıydı. İnsanın saniye saniye değiştiği, büyüdüğü bir dünyada; kimdi doğru olan o diğer yarın diye tarif edilen? İnsan aynı nehirde bile iki kez yıkanamazken doğruyu sabitleştirebilir miydi? Kelimelerin bile eşdeğer olmadığı, lisandan lisana eril ve dişil diye ayrıştırıldığı bir dünyaya gözlerimizi kadın olarak açtık. Birçok yıllar taassubun yaktığı alevli meşalelerle çevrelendik. Akıl ile kızı Hakikat her zamandan daha çok gizlendiler. Yüzyıllardan beri kovulduğumuz aydınlıklar sarayına dönmek için bilgisizlikle-yalanın karanlık ülkelerinden geçmemiz gerekti. Renkler hakkında hüküm veren körlere emanet ettik koruduğumuz değerleri, benlik kabuğumuzda gözettiğimiz incileri.  Bize biçilmiş kelimeler kadar yaşayabildik hayatı. Kimi dilde kısmetimize aşk, umut ve güneş düştü kimi dilde savaş, ölüm ve ay. Ancak birçok dilde nötr olan bir kelime vardı işte o da hayattı. Tali yollardan ilerlerken erkekle karşılaştığımız ana yoldu hayat; hani ne birlikte yürüyebildiğimiz ne de ayrı kalabildiğimiz cinsten olan. Kadının göz pınarında hali hazırda akmayı bekleyen bir damla olup, akıtıp yitirmeyi göze alamadığı ama göz pınarında beklettikçe de kendini yakıp kavuran cinsten olan.        
Bunları düşünürken günlerden bir gün yolum Antakya’da arkeoloji müzesine düştü. Adımlarım beni iki heykelin önüne getirdi. Bu heykeller M.Ö 1500 ile M.Ö 1300 yılları arasında Anadolu’da hüküm sürmüş Mitanniler tarafından yapılmıştı. Heykellerin biri erkek idolü diğeri kadın idolü olarak tasvir edilmişti. Heykellere bakıldığında erkek idolü olarak tasarlanmış heykelin bir kalbi vardı. Muhtemelen aşkı hissetme lütfuna nail olmuştu. Böylece erkek idolü âşık olabilme potansiyelini edimselleştirebilmişti. Kalbinin varlığını hissedebilme, erkek idolünün hakkı gibi düşünülerek yapılmıştı heykel. Bu durumsa yüzüne bir gülümseme çizilerek meşrulaştırılmıştı. Gelin görün ki kadın idolünde hislerin esamesi okunmuyordu. Kalbinin yerinde yeller esiyordu. Kuru bir kilden şekil verilerek yeşermesi beklenen kadın idolü, mutsuzluğa mahkûm bir haldeydi. Kalbi bedevi olan “kadın idolünün gülmesi fikri”(!) bile demek ki sadece bugünkü gibi değil; çok eskiden beri modern görünümlü olmaya çabalayan; ancak geri zihniyetli toplumları ürküten bir mefhumdu. Kadın gölgesini kaybetmiş bir heykelin içine hapsedilmişti. Ruhunu geleceğe, olduğundan farklı aktarmak isteyenlere meydan okumalıydı. Oradan kurtularak kendi gölgesini keşfetmesi gerekiyordu. Silemiyorsa bazı şeyleri karalaması gerektiğini anladı. Kalpsiz olarak hayal edilen kadın, duygularına erişemiyorsa erişebilmenin savaşını vermek için düşünmeliydi. Bu hayatta ne olacaktı? Bunun için nerede olacaktı? Sonra kadın kimliğini fark etti kendisi dilerse ateş tatlı su olur, dilemezse su bile ateş kesilir.  Kadın çift iplikle nakşedildiğini hissetti özenilerek bezenilerek ruhu perçinlenerek nakşedilen cinstendi. Korkmadı hiç, çünkü hep biliyordu eğer bu anı kaçırırsa, bir sonrakini denerdi, onu da kaçırırsa bir dahakine yeniden başlardı, başarmak için, kalbini ait olduğu yere kendisi çizmek için, kalbinin içini dolduracak sevgiyi kendi seçmek için, âşık olabilmek, yeniden ve yeniden sevmek ve güvenmeyi denemek için bir ömre sahipti. O zaman ben giderim o da gider arkamızdan hep tin tin eder bilmecesinin cevabıydı gölge. Her bir kadının kendi gölgesini keşfetmesi onu sevmesi ve sahiplenmesi dileğiyle… Tabiii  yine de atalarımızın söylediği lafları kulağımıza küpe yapmayı unutmadan ilerlemekten de zarar gelmez bence haniii ;) Ne demişler bilirsiniz kıymetini bilene ver elmayı koklar koklar kor elmayı, kıymetini bilmeyene ver elmayı hart hart ısırır yer elmayı :D 

--- Ankara'dan Sevgiler ---