Bazı
konular sadece tek kişinin idrak edemeyeceği kadar karışıktır. Korkularımızda
ve umutsuzluklarımızda gerçeğin nesnesini bulmak için çıkmıştık yola. Hayatlarımızda
gösterişsiz sadeliği, yalındaki derini aradık belki. Her birimiz bir oyunun
içindeyiz sınırları belli, dipleri yâr olan. Dilimize pelesenk olmuş
acılarımız, bakıldığı seviyenin rengini taşıyan hakikatlerimiz var. Bazen
ömrünü endişeyle tamamlamaya ve sürekli acı çekmeye mahkûm olan zavallı
ruhlarız, bazen de yeni sayfalar açıp dünden benliğini kurtaran bugünün
çocuklarıyız. Geçmişle geleceğin inatçı bir illüzyon olduğunu düşünürsem
isteğimdir şuanı hiç terk etmemek, şuan dediğin zaman dilimini sonsuzluğa
atfetmek. Şimdinin içinde birinin hayatına dâhil olmak çetrefilliydi. Neticede
birinin hayatına girmek han kapısı, çıkması can kapısıydı. İnsanın saniye
saniye değiştiği, büyüdüğü bir dünyada; kimdi doğru olan o diğer yarın diye
tarif edilen? İnsan aynı nehirde bile iki kez yıkanamazken doğruyu
sabitleştirebilir miydi? Kelimelerin bile eşdeğer olmadığı, lisandan lisana
eril ve dişil diye ayrıştırıldığı bir dünyaya gözlerimizi kadın olarak açtık. Birçok
yıllar taassubun yaktığı alevli meşalelerle çevrelendik. Akıl ile kızı Hakikat
her zamandan daha çok gizlendiler. Yüzyıllardan beri kovulduğumuz aydınlıklar
sarayına dönmek için bilgisizlikle-yalanın karanlık ülkelerinden geçmemiz
gerekti. Renkler hakkında hüküm veren körlere emanet ettik koruduğumuz
değerleri, benlik kabuğumuzda gözettiğimiz incileri. Bize biçilmiş kelimeler kadar yaşayabildik
hayatı. Kimi dilde kısmetimize aşk, umut ve güneş düştü kimi dilde savaş, ölüm
ve ay. Ancak birçok dilde nötr olan bir kelime vardı işte o da hayattı. Tali
yollardan ilerlerken erkekle karşılaştığımız ana yoldu hayat; hani ne birlikte
yürüyebildiğimiz ne de ayrı kalabildiğimiz cinsten olan. Kadının göz pınarında
hali hazırda akmayı bekleyen bir damla olup, akıtıp yitirmeyi göze alamadığı
ama göz pınarında beklettikçe de kendini yakıp kavuran cinsten olan.
Bunları
düşünürken günlerden bir gün yolum Antakya’da arkeoloji müzesine düştü.
Adımlarım beni iki heykelin önüne getirdi. Bu heykeller M.Ö 1500 ile M.Ö 1300
yılları arasında Anadolu’da hüküm sürmüş Mitanniler tarafından yapılmıştı. Heykellerin
biri erkek idolü diğeri kadın idolü olarak tasvir edilmişti. Heykellere
bakıldığında erkek idolü olarak tasarlanmış heykelin bir kalbi vardı.
Muhtemelen aşkı hissetme lütfuna nail olmuştu. Böylece erkek idolü âşık
olabilme potansiyelini edimselleştirebilmişti. Kalbinin varlığını hissedebilme,
erkek idolünün hakkı gibi düşünülerek yapılmıştı heykel. Bu durumsa yüzüne bir
gülümseme çizilerek meşrulaştırılmıştı. Gelin görün ki kadın idolünde hislerin
esamesi okunmuyordu. Kalbinin yerinde yeller esiyordu. Kuru bir kilden şekil
verilerek yeşermesi beklenen kadın idolü, mutsuzluğa mahkûm bir haldeydi. Kalbi
bedevi olan “kadın idolünün gülmesi fikri”(!) bile demek ki sadece bugünkü gibi
değil; çok eskiden beri modern görünümlü olmaya çabalayan; ancak geri
zihniyetli toplumları ürküten bir mefhumdu. Kadın gölgesini kaybetmiş bir heykelin içine
hapsedilmişti. Ruhunu geleceğe, olduğundan farklı aktarmak isteyenlere meydan
okumalıydı. Oradan kurtularak kendi gölgesini keşfetmesi gerekiyordu. Silemiyorsa bazı
şeyleri karalaması gerektiğini anladı. Kalpsiz olarak hayal edilen kadın,
duygularına erişemiyorsa erişebilmenin savaşını vermek için düşünmeliydi. Bu
hayatta ne olacaktı? Bunun için nerede olacaktı? Sonra kadın kimliğini fark
etti kendisi dilerse ateş tatlı su olur, dilemezse su bile ateş kesilir. Kadın çift iplikle nakşedildiğini hissetti
özenilerek bezenilerek ruhu perçinlenerek nakşedilen cinstendi. Korkmadı hiç,
çünkü hep biliyordu eğer bu anı kaçırırsa, bir sonrakini denerdi, onu da
kaçırırsa bir dahakine yeniden başlardı, başarmak için, kalbini ait olduğu yere
kendisi çizmek için, kalbinin içini dolduracak sevgiyi kendi seçmek için, âşık
olabilmek, yeniden ve yeniden sevmek ve güvenmeyi denemek için bir ömre
sahipti. O zaman ben giderim o da gider arkamızdan hep tin tin eder
bilmecesinin cevabıydı gölge. Her bir kadının kendi gölgesini keşfetmesi onu
sevmesi ve sahiplenmesi dileğiyle… Tabiii
yine de atalarımızın söylediği lafları kulağımıza küpe yapmayı unutmadan
ilerlemekten de zarar gelmez bence haniii ;) Ne demişler bilirsiniz kıymetini
bilene ver elmayı koklar koklar kor elmayı, kıymetini bilmeyene ver elmayı hart
hart ısırır yer elmayı :D
--- Ankara'dan Sevgiler ---