Sen anlatmaya başlayana kadar kimse değilsindir.Bende anlatmaya başladım bir varmış bir yokmuş. Ben varmış ben çokmuş. Aslında ben yokmuş.Biz varmış…
24 Temmuz 2017 Pazartesi
AEGEUS
14 Mayıs 2017 Pazar
GÜNCELLENİYORDU
Ben geldim desem nerelerdesin diye burun kıvırmaz mıydın
bana? Kıvırmazdın insanın evi hiç neredeydin diye sorgular mı? Hoş geldin der gibi
olmalısın. Hayat der gibi olmalıyım ben de. Anı biriktirmece içinde kaybolmuş
gibiydim. Değişiyorum üstat ve daha da ilginci bunu kanıtlayabiliyorum. Daha
önce okuduğum kitapları yeniden elime aldığımda her defasında kitaptan daha başka
yerlerin altını çizerken buluyorum kendimi. Halbuki daha önce aynı yerleri okurken
şuan çizdiğim satırları önemsememişim. Ne garip değil mi? Her gün yaşadığın anılar
sana başka satırların altını çizdiriyor. Başka yerler başka insanları,başka
deneyimler başka satırları doğuruyor.... Başkalaşıyorum her gün.. Her aynaya
baktığımda değişen yüz hatlarım gibi. Her gün eklenen yeni bir beyaz saç kadar
başkalaşıyorum her gün. Hata diye
sorguladığım yanlış seçimlerim miydi? Yoksa seçtiğim insanlar mı yanlıştı yoksa
yanlış yer yanlış zaman mıydı artık orasını hiç kurcalamıyorum. Benim için her zaman çok değerli kalacak bir
dostum şöyle demişti: " Upuzun bir yolda ilerliyoruz Deniz, bu yolda bazı
insanlar bize bir yere kadar eşlik edecek. Sonra ister istemez bir yol ayrımına
gelinecek. Gidenlere üzülme çünkü bir ileri yolda yenileri gelecek. Bazen de
yollarının ayrıldığı insanlarla başka bir yolda yeniden rastlaşacaksın kim
bilir" ..
Hayatımda çok şey değişiyordu ama bazı şeyleri heybemden hiç
eksiltmiyordum. Tıpkı yalnızlığım gibi. O da yaptığım seyahatler gibi bir
ibadete dönüşmüştü. Yeni insanlar tanıyıp acılar çekip sonunda oh demek için
yalnızlığımda nefes almaya koşuyordum... Herkesin yalnızlığıyla bir dönem
tanışacağı kesin. Kimi bunu yaşlılığında tadıyor, kimi çocukluğunda, kimi
gençliğinde. Bundan kaçmak mümkün değildi . Eric Fromm der ki :" Ortak-
yaşama bağlantısındaki kişi, başkalarıyla ilişki kurar ama ya bağımsızlığını
yitirir ya da bağımsızlığın ne demek olduğunu hiç bilemez ve asla kendi olamaz.
Yalnızlık korkusundan kendisini başka birinin bir parçası haline getirerek ya
onun tarafından yutulur ya da onu yutarak kurtulur." Tabi buna sırtını
dönmek istemeyip tüm evreni karşına almayı yeğleyenlerde vardı saygılar şelale.
Biriyle bir bütün olmayı belki bu yüzden
hiç istemedim . Kimse kimseyi yutmak
zorunda olmadan ortak zevklerde ayrı bireyler olarak kavuşamaz mıydık? Yalnızlığımın
ne kadar süreceği meçhul. Bu yüzden yalnızlığı hayatının bir yerinde tatmış ve
onun değerini bilen tıpkı yalnızlık sahip olduğum tek şey diyen Kafka gibi erdemli insanlarla yola devam ediyorum. Aslını
istersen sıfırlıyordum her şeyi, herkesi... Yaz geliyor malum İç Anadolu'yu da terk
etmeme çeyrek kala... Artık kokusu çıkmaya başlamış hiçbir ilişkiyi, hiçbir
dostluğu uzatmıyorum. Eskiden de uzatmazdım.. Son 5 yıldır öyle bir pis huy
edindim. Yaş ilerledikçe bazı şeylere arkanı dönüp gitmek eskisi kadar pek
kolay olmuyordu sırf bu yüzden artık bana yaramıyorsun Ankara. Bazen on dokuz yaşımdaki Deniz'e rastlıyorum
içimde.. Arada ellerimiz çarpıyor selamlaşıyoruz.. Bazen de " kumaşı geç
olsun güç olmasın olan kararlarımda beni çok sevdiğini söylüyor ....
Değişiyordum üstat üstelik bu sefer kırlangıçların göç etmesini bekleyemeyecek
kadar hızlı... Gökyüzünde az önce bir ördeğe benzettiğim bulutun iki dakika
sonra dağılıp yepyeni bir şekil alması gibi.....Aynı nehirde iki kez yıkanamamacasına Efesli
Heraklitos'a selam edercesine değişiyordum.
31 Ocak 2017 Salı
AL TAKKE VER KÜLAH
Esrimek diyorduk akademi de.. Zihnini ve hayalleme gücünü bu evrenin dışına seyahate
çıkarmaktı. Basitçe düşlemekti. Zaten neden her basit kavramı zorlaştırarak
anlatırız akademi de bilmem. Belki de egomuzu diplomalandıran mazoşistlerdik. Bizlerin
benlik gelişimi içten dışarı doğru bir sarkaça bağlıydı.Bazen de dıştan içeri
doğruydu. Dolayısıyla iç dünyamızı beslemek için dış dünyaya ihtiyaç duyuyor ve
gittikçe gidesimiz geliyordu. Yeni
yerler, tanımadığın insanlarla yaptığın paylaşımlar seni bir adım evrenin
dışına götürüyordu. Bilmediğin yerlere giderken yanına alman gereken tek şey benliğin ve onun
için bugüne kadar yaptığın anı yatırımlarıydı falan filan. Soğuk kış günü
elimdeki kalem ve kağıdı bırakıp, pardon sıcak çikolata varsa alabilir miyim
dedim. Aaa ama tarçınlı olsun lütfen diye de ekledim. Pansiyonun sahibi çok
serapa bir hanımefendiydi. Zarif çehresi yaşamı görmüş geçirmiş izlerle
doluydu. Mis gibi kokan sıcak çikolatamı kendisi getirdi ve "küçük hanım size
eşlik edebilir miyim?" dedi.. "Tabi lütfen" dedim. "Yalnız
mısınız" dedi? İlginç bir soruydu. O an için mi yalnızdım yoksa gerçekten
de yalnız mıydım cevabı bir türlü bulamadım. "Bazı sorular bazı anlarda
cevabı verilemeyecek kadar karışık" dedim. Minik bir tebessümde bulundu. "Aslında
herşey basit ve net" dedi. " Cevap anlarda gizli.Şuan da yanınızda mı?"dedi. "Yok
ama kendince sebepleri var" dedim. "Ah küçük hanım sebep mi? Sevgi sebepsizce
sevdiğinin peşindedir. Sevgi her boş
anın peşindedir. Hiç bir anı ıskalamak istemez keza aşkta öyle.. Sizin sebep
dediğiniz sizsizliğin bahanesidir. Sizi
ondan daha az seven insanlarla karşılaştınız değil mi?"dedi. "Evet"
dedim. "Ama sizi ondan daha fazla
seven insanlarla da karşılaşmışsınızdır?"dedi. "Eeee onlar da
hayatımda oldu tabi" dedim. "Her ikisini de tatmış bir insan olarak
tavsiyeye ihtiyacınız yok? Emareler size yol gösteriyor zaten. Kendini
iyileştirirken hızla kaybediyordu hayatına dahil ettiği sizi.. İşin daha acı
tarafı, o bunun zaten çok farkındaymış gibi bir tavırda. Sizin için
çabalamayan, sizi hızla kaybetmeye göze almış biri için sizin yapabileceğiniz
tek bir şey kalıyor küçük hanım. Pansiyonumun tadını çıkarmak ve bol bol
kumsalda oturup dalgaların alıp götüren bazen de götürüp geri getiren
devinimini izlemek"dedi. Buradaki son günümdü...Kumsala geçtim dalga
seslerini dinlemek için..
Hayata Marquis de Sade tarafından bakmak lazımdı. En
çılgın, en sıradışı, en ben tarafından arkamızda yangınlar bırakırcasına ..Ama
severken hayata Cemal Süreyya tarafından bakmak lazımdı. En kırılgan, geçmişi
unuttururcasına, parmak uçlarından öpercesine... Cemal Sürayya'nın tabiriyle bir
şehir hayalleyin içinde senin olduğun benim olduğum bizim olmadığımız. Onun aklının
ucuna oturup kendinizi beklediğiniz ama bir türlü oradan geçmediğiniz bir adam
tahayyül edin. Arkasında dev
kırgınlıklar bırakırken hiç umursamayan ama konu kendi kırgınlıklarına
geldiğinde zamanın avantajlı kaçamağına sığınıp kendisini saklayan...
Kırgınlıklar bile karşılıklı bir telafiyle sarılır.. Tek taraflı çabalar da bir
süre sonra yeterli değildir. Sen çabalarken ayıp olmasın diye sana sunulan
kahve sana samimi gelmez içmeden dökersin... Çünkü hayatında uzun süredir olan
bir adamın en azından kahve ve çay türevlerini sevmediğini, kahve içsen bile şekersiz
değil iki şekerli içtiğini bilmesini beklersin... İş yerindeki sıkıntılarını
veya güzel anlarını bile paylaşırken seni dinlemeyecekse, küsken bazen gururunu
kenara atıp ilk o yazamayacaksa, hep karşıdan bekleyecekse bu durumda sen
neredeydin? Gabriel Garcia Marquez şöyle der : "Seni sen olduğun için
değil,seninle birlikte olduğumda ben olduğum için seviyorum."Defalarca bu
cümlenin bir benzerini ondan duyduğum için, ben karşımdakine bu duyguyu
yaşattığımı düşünüyorum. Peki ya o, yanındayken beni ben gibi hissettiriyor
muydu? Ben her paylaştığım, benden olan şeyin sonra dönüp dolaşıp bir kavga
esnasında beni yeniden yaralaması için kullanılmasını dilemezdim.. Çünkü böyle
durumlarda insan kendisinden bir parça daha paylaşmak istemiyor ve susmayı
tercih ediyor.. Aslında susmalarım,
Ernest Hemingway'e katıldığım içindi. Tepki vermeden önce düşün. Harcamadan
önce kazan. Eleştirmeden önce bekle.Vazgeçmeden önce de dene. Sanırım yeterince
adım atmış ve yeterince denemiştim. En kolay şeyin soğan ekmek olduğunu bilen
ama hala onu çiğnemeden yutma umudunda olan birini hayal edin ya da vazgeçtim
etmeyin, öyle ya madem karşıdaki bunu diliyor onu usulünce zamana bırakın,
bırakın usulca zaman alsın onu... Değer gördüğün kadar değer diyin.Olduğu kadar
olmadığı kader deyin.. veee zamandan hızlı hareket edip geçin ... Esrimenin
de bir geri dönme hali vardı. Al takke ver külah hali...Dönerken madem en
değerli olan şey anıydı bu tatil çok tatildi ve bol anı biriktirmeceliydi.... Çok
mutlu ve bol enerjikli bir benle dönüyordum..
23 Ocak 2017 Pazartesi
İPEK ATIFLAR
Aylardır
yokum. Birşey arıyordum. Bu zamana kadar kimsenin,hiçbir uygarlığın hiç bir
yüzyılında keşfedemediği, net tanımını bulamadığı birşey.. Siz diyin aşk ben
diyim sevgi..Kalbinin en mistik noktalarında hep yanan mumlarla dolaşan
kadınlar vardır hayatta. Aşk onlar için bir inançtır. Mumla kendilerini aşka
adarlar. Aşktan yoksun bir duygu olurda yanaşmaya çalışırsa çeperlerine, yürek
tapınağına saygısızca tükürülmüş kadar vahşileşebilirler. Aşkın haricinde
hiçbir duyguya sığınmazlar aksi bir duygunun çeldiriciliğine kanmazlar bile.
Başka bir duygunun yapaylığındansa yalnızlık
onlar için bir lavanta bahçesidir sonu kendi özlerine çıkan. Aşk kamil-i kıyas
olmayandır. Turist Ömer'deki
Ruknettin'in vurgulu ses tonundaki
Bedia'dır. Gülen Gözler'deki Fikret'i
mütemadiyen isteyen Vecihi'dir. Sevmek Zamanın'daki
Meral'in resmine umarsızca kapılan Halil'dir. Bu ipek dokunuşlarla seven
insanlarla büyüdük usta. Durum böyle olunca hayattan aşka dair
beklentilerimizde hep ipek dokunuşlarına atıf niteliğindeydi. Bilemedik hiçbir
duygunun hoyrat yüzünü. Hırpalayamadık bize atılan adımları. Hep umduk ne
bulacağımızı bilmeden. Annemin masal diye mırıldandığı "İlham Gencer'in Bak
bir varmış bir yokmuşu ile tanışmıştım aşkla. Nedense annem şarkıyı bir noktada
keserdi. Ben de uzun yıllar şarkıyı bir sabah erkenden iskelede bir genç kıza
rastlayan delikanlının kızla arasındaki aşkını anlatıyor diye biliyordum... Üst
üste aşktan fazla hançer yediğim dönemler bir gün tesadüfen bu şarkıyla tekrar
karşılaştım. Ben şarkı benim bildiğim yerde bitiyor sanırken ikinci kısmıyla o
an tanışmıştım. Kesilen ikinci kısım mutsuz sonla biten bir aşkı gösteriyordu.
Bekleyen kız ama bir türlü gelemeyip yaya kalan adam. Elini çabuk tutup sevdiği
kızı kapan başka bir adam ...Bu şarkıda kim kazanmıştı aşk mı sevgi mi? O an
nedense aklıma Asya geldi.Düşündüm Asya gerçekten ne anlatmak istiyordu bize :"Sevgi
neydi sevgi emek miydi?" Emeğe gidiyordun ama neden hala geriye dönüp aşka
bakıyordun Asya.. Mutlu olabilmiş miydin attığın adımların sonunda..Cemşid'e
güvenmiştin. Aşktan yine kazık yemeye cesaret edemeyecek kadar hem de... O
dakika aşk bir Kızılay simidi gibi canlandı gözümde...Hani özlersin ve o pekmezden kavrulmuş edasına çalan susamlı
simide yumulursun ya işte öyle. Kendini durduramasın ve ivedilikle tüketirsin
onu. Tatmin olmuşsundur ama neticede her güzel şey gibi onun da sonu gelmiştir..
Damağında hoş bir tatla terk etmiştir seni. Aynaya geldiğin an, gülümsediğinde
asıl hasarla karşı karşıya kalırsın. Tüm dişlerinin arası istemsice siyah siyah
susamla dolmuştur ve fırçalamadığın takdirde uzun bir süre gülemezsin ve dahi
ağzını bile açmak istemezsin.. Bir çeşit aksiyon ve reaksiyon yani etki ve tepki
gibiydi. Yirmi altı yaşında en sevdiği çiçek
olan Mor lale'yi bulmuş birisi olarak hayata bakış açım hala salıncakta
sallanıyor gibiydi ama birşey netti: Ne olacaksa geç olsun güç olmasındı. Aşkla
çok karşılaşmıştık da ben sevgiyle yolda karşılaşsam tanımayacak kadar cahildim
be usta? Bir erkek nasıl severdi bir kadını? Bence Ruknettin'in,Vecihi'nin ve Halil'in
aşk hislerinden çok aykırı değildi sevgi.. Ne zaman ayrılmıştı sevgi aşktan...
Kim ayırmıştı onları.. İlla sevginin ortaya çıkabilmesi için aşkın evrim
geçirip ortadan yok mu olması gerekiyordu.Bir arada gitmiyor muydu ? Neydi bizi
yağmuru mu daha çok seviyorsun karı mı daha çok seviyorsun sorusuna iten duygu...
Hangisi aşktı hangisi sevgi, seni iliklerine kadar ıslatıp içini toprak
kokusuyla ferahlatan mı yoksa bembeyaz yumuşaklığıyla kışın bile içini
ılıklaştıran pamuk taneleri mi? Ya da hiç yapmam dediğin şeyleri yapmak... Biri
için çabalamak..Kaçırmamak hep yanında tutmak.. İşte böyle usta yine çok karışıktı evren...Tek tesellimiz
sıradan olmamaktı... Hiçbir duyguyu sıradan yaşamamaktı. Alabildiğince düşlemek
en baştan beri ben değil biz olmaktı ...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)