24 Temmuz 2017 Pazartesi

AEGEUS

                    Denizin ritmini dinliyordum.. Balıklar sarıverdi  birden etrafımı.. Balıklar bedenimizdeki yaralara dokunup giderler. Yaram da yok ki dedim kendi kendime.. Ne diye dokunuyorlardı bana hala diye düşündüm? Tabi üzerine toprak attığın yaralar sen onu görmezden geliyorsun diye yok olmuyordu. Farz ediyorduk ; hem de her şeyi.. Farz edelim aşıktık, sevmiştik,  inanmıştık, güvenmiştik,  acı çekmiştik,  iyileşmiştik, farz edelim unutmuştuk bir daha asla hatırlamamacasına... Defne yapraklarıyla kapattığım kırgınlıklarım sızlamıştı.. Kırmaya  gönüllü çok insana ben kendi adımlarımla yürümüştüm.. O yürüdüğüm korların  yanık kokusu yerini limon ağacının kekremsi ferahlığına bırakmıştı.. Ateş böcekleriyle sarmaş dolaş olmuş gecenin nefesindeydim. Bir yakamozun yamacında rüyaya dalmıştım. Kumlarsa yazın ki evim..Yel değirmenleri kanatlarım, dalga sesleri müziğim olmuştu... Ben sadece yeryüzünün kırgınlıklarını dillendirirmişim hep... Öyle ya sanki hep yeryüzünü kendimize kalıcı edinmişiz gibi... Evrendeki tek kırgınlık benliğimizde saklanır sanırız...Çığ gibi biriken kırgınlıklarımız bir tek bizi sarsar ve bir tek ruhumuzu yıkar farz ederiz. Demiştim ya hep farz ederiz..Tam bu esnada doğa devreye girer. Sallanırsın beşikteki bir bebeğin anılarına dönermişçesine. Bir uğultu duyarsın tanıdığın her sesten çok farklı bilmediğin bir dilde biri kulağına fısıldarcasına...Güvenle bastığın yer çatırdar. Hem de senin kalbinin çatırdaması da neymiş dercesine..O birkaç saniye sana on binlerce yıl gibi gelir.. Moderndik, hayatımız çok teknolojikti, her duyumuzu bir "e- ,@, ve # işaretlerinin yanında pazarlıyorduk.. Ama o sarsıntının hissi on binlerce yıl önceki histen farklı değildi.  Bu evrenin sadece sana bana değil tüm insanlığa haykırışıydı...  Ne benciliz, yanımızda isterse bir dolu insan olsun söz konusu evrense ne kadar yalnızız, ne kadar muhtacız.. O dakika sanır mısın ki bir Ceo şirketinin sorunlarını düşünsün, bir insan uyumaya devam edebilsin, biri fotoğrafının altını hashtaglerle doldursun...  Ne mümkün... Evren o dakika sana der: " Yaptığın her şey hatta varlığının bizatihi kendisi bile benim sana izin verdiğim an kadardır" diye.... O  an seni gerçekten düşünen insanlar simsiyah bir gecenin yıldızı gibi parlar. Çünkü sürekli ararlar sana bir şey olmuşçasına merakla... Sorguladığın "değer" kavramını  sana evren hatırlatır...Beni düşünen beri gelsin aklına gelemediklerim de öte gitsin... İşte tam o an bunların her birini yerin tam dibinde açılmış  çatlağa yollarsın... Yeryüzünde senin yanında yerleri yoktur artık...Hiç beklemediğin insanlar arar hiç beklemediğin kişilerin aklından geçmişsindir ne garip .... Cemal Süreya'nın dediği gibi cidden "Hayat kısaydı".... Sait Faik'in de dediği gibi "Dünyayı güzellik kurtaracak ve bir insanı sevmekle başlayacaktı her şey.. Doğru diyordu ama benim geldiğim bozkırlarda'Yalnızlık dünyayı doldurmuştu. Bir insanı sevmekle de başlamıyordu her şey.Orada her şey bir insanı sevmekle bitiyordu'. Sarsıntının ertesi günü bir haftadır tanıdığım bir teyze yanıma yanaştı: "Sen reçelleri pek bi sevdin diye sana iki kavanoz ayırdım eve götürecen mi?" dedi. Etrafıma baktım bozkırdan çok uzaktım doğru ya burası Egeydi... Dedemin ölmeden önce turunç reçeli yapıp gömüldüğü topraklar... Bu topraklarda gerçekten bir insanı sevmekle başlıyordu her şey... Evren tek hakikatim olmuştu.. Yine bana en doğruyu gösteren... O kesmek için can atılan zeytin ağaçlarının gölgesinde uyudum...Korkularımı dallarıyla savuşturdu.. Bu benim Ege masalımdır.. Bu evrene sığınma hikayemdir...