Denizin ritmini dinliyordum.. Balıklar sarıverdi birden etrafımı.. Balıklar bedenimizdeki
yaralara dokunup giderler. Yaram da yok ki dedim kendi kendime.. Ne diye
dokunuyorlardı bana hala diye düşündüm? Tabi üzerine toprak attığın yaralar sen
onu görmezden geliyorsun diye yok olmuyordu. Farz ediyorduk ; hem de her şeyi..
Farz edelim aşıktık, sevmiştik, inanmıştık, güvenmiştik, acı çekmiştik, iyileşmiştik, farz edelim unutmuştuk bir daha
asla hatırlamamacasına... Defne yapraklarıyla kapattığım kırgınlıklarım
sızlamıştı.. Kırmaya gönüllü çok insana
ben kendi adımlarımla yürümüştüm.. O yürüdüğüm korların yanık kokusu yerini limon ağacının kekremsi
ferahlığına bırakmıştı.. Ateş böcekleriyle sarmaş dolaş olmuş gecenin
nefesindeydim. Bir yakamozun yamacında rüyaya dalmıştım. Kumlarsa yazın ki evim..Yel
değirmenleri kanatlarım, dalga sesleri müziğim olmuştu... Ben sadece yeryüzünün
kırgınlıklarını dillendirirmişim hep... Öyle ya sanki hep yeryüzünü kendimize
kalıcı edinmişiz gibi... Evrendeki tek kırgınlık benliğimizde saklanır sanırız...Çığ
gibi biriken kırgınlıklarımız bir tek bizi sarsar ve bir tek ruhumuzu yıkar farz ederiz.
Demiştim ya hep farz ederiz..Tam bu esnada doğa devreye girer. Sallanırsın
beşikteki bir bebeğin anılarına dönermişçesine. Bir uğultu duyarsın tanıdığın
her sesten çok farklı bilmediğin bir dilde biri kulağına fısıldarcasına...Güvenle
bastığın yer çatırdar. Hem de senin kalbinin çatırdaması da neymiş dercesine..O
birkaç saniye sana on binlerce yıl gibi gelir.. Moderndik, hayatımız çok
teknolojikti, her duyumuzu bir "e- ,@, ve # işaretlerinin yanında
pazarlıyorduk.. Ama o sarsıntının hissi on binlerce yıl önceki histen farklı
değildi. Bu evrenin sadece sana bana
değil tüm insanlığa haykırışıydı... Ne
benciliz, yanımızda isterse bir dolu insan olsun söz konusu evrense ne kadar
yalnızız, ne kadar muhtacız.. O dakika sanır mısın ki bir Ceo şirketinin sorunlarını
düşünsün, bir insan uyumaya devam edebilsin, biri fotoğrafının altını hashtaglerle
doldursun... Ne mümkün... Evren o dakika
sana der: " Yaptığın her şey hatta varlığının bizatihi kendisi bile benim
sana izin verdiğim an kadardır" diye.... O an seni gerçekten düşünen insanlar simsiyah
bir gecenin yıldızı gibi parlar. Çünkü sürekli ararlar sana bir şey olmuşçasına
merakla... Sorguladığın "değer" kavramını sana evren hatırlatır...Beni düşünen beri
gelsin aklına gelemediklerim de öte gitsin... İşte tam o an bunların her birini
yerin tam dibinde açılmış çatlağa
yollarsın... Yeryüzünde senin yanında yerleri yoktur artık...Hiç beklemediğin
insanlar arar hiç beklemediğin kişilerin aklından geçmişsindir ne garip .... Cemal
Süreya'nın dediği gibi cidden "Hayat kısaydı".... Sait Faik'in de
dediği gibi "Dünyayı güzellik kurtaracak ve bir insanı sevmekle
başlayacaktı her şey.. Doğru diyordu ama benim geldiğim bozkırlarda'Yalnızlık
dünyayı doldurmuştu. Bir insanı sevmekle de başlamıyordu her şey.Orada her şey
bir insanı sevmekle bitiyordu'. Sarsıntının ertesi günü bir haftadır tanıdığım
bir teyze yanıma yanaştı: "Sen reçelleri pek bi sevdin diye sana iki kavanoz
ayırdım eve götürecen mi?" dedi. Etrafıma baktım bozkırdan çok uzaktım doğru ya
burası Egeydi... Dedemin ölmeden önce turunç reçeli yapıp gömüldüğü
topraklar... Bu topraklarda gerçekten bir insanı sevmekle başlıyordu her şey... Evren
tek hakikatim olmuştu.. Yine bana en doğruyu gösteren... O kesmek için can
atılan zeytin ağaçlarının gölgesinde uyudum...Korkularımı dallarıyla savuşturdu..
Bu benim Ege masalımdır.. Bu evrene sığınma hikayemdir...