25 Mart 2018 Pazar

MART DÜŞÜ


                                           

                     Begonvile dokunan güneşin zerresini bile kıskanır mı bir insan? Defne tozları dökülmüştü göz pınarlarıma.. Ateşböceklerinin sesleri aslında yaşamın gerçek amacını müjdeler gibiydi.Bir derviş der ki :  "İnsanın kendini bulması için varlığının etrafını tavaf etmesi gerekir." Hatta semazenlerin dönüş hareketleri de bu yüzden kendilerinin etrafındadır. Saçlarımda begonvilden taçlar. Ateşböcekleri bana bir masalı fısıldarken Cemal Süreya'nın vazgeçilmez mavilerinde kaybolageliyorduk. Bilinmezlikten gelen bir dalga, bilinen acılarımızı alsın ve bir daha geri getirmesin istiyorduk. İnsan dalga seslerini ninni yapıp kumun üzerinde uyumayagörsün uyandığında her şey başka olur. Evrene karışmıştır ya artık; her şey bir tutam peri tozuna bulanmış olur. Hele ki uyandığın sahil Ege'deyse. Neticede günün sonunda Ege bir masaldır. O anlatır sen iyi bir dinleyiciysen eğer. Hikayesi boldur, sabrın evvel zaman içindeyse eğer. O dokunur, ruhunun renklerini soldurmadıysan eğer. Ege bir rivayettir. Kalplerin ulak olup diyardan diyara çarptığı. Karmaşık hikayelerden sıyrılıp sadeleşebileceğini fark etmektir Ege. Bir zeytin ağacından öğrenecek ne çok şeyin var aslında der gibi biraz da. Peki bir defne ağacı sarıp sarmalar mıydı kaderimi? Yıldızların bu kadar net parlamaya cesaret edebildiği bir coğrafyada hangi duygu yapay olabilirdi ki? Geceye sığınan yüreklerdenim. Gecenin lütfunda kanatlanabilirim. Gecenin vesayetinde güne erebilirim. Bizler Tomris Uyar ve Lou Salomé familyasından olan kadınlardandık. Belki onlar kadar şanslı değildik. Karşımıza Nietzsche'ler, Turgut Uyar'lar, Rilke'ler, Cemal Süreya'lar,  Freud'lar, Ülkü Tamer'ler çıkmamıştı. Belki de bundandı Ege'ye sonsuz sadakatimiz. Bitmeyecek özgürlük ve kalemimize hayal gücü ekliyordu.. Asla yarım kalmayacak hikayeler vadediyordu... Ege 'de bir hikaye başlamışsa günün birinde mutlaka tamamlanmak içindi...Ben diye başlayan hikayeleri bize dönüştürmek içindi. Ege bozkırda nefes almak için çırpınan bir mart düşüydü. Rengarenk özgürlüklerden sana ebemkuşağıvari bir çatı yapmayı alenen düşleyendi.


24 Mart 2018 Cumartesi

UYU BEBEĞİM ANNEN BİR GÜN GELECEK YAD ELLERDEN


                 Büyüdük be üstat! Hep küçük kalacağımıza söz vermişken üstelik. Karahindiba çiçeğinin rüzgarla savrulan parçaları gibi evrene karıştık. Göz açıp kapayana kadar büyüdük üstat!! Kayıplar verecek kadar büyüyorduk! Kendimi, bundan sonra sevdiğim bir insanı paylaşacağım bir toprağı sularken buldum! Bir insan ailesinden kayıplar verirken büyüyor! Yaşlı ve hayatı uzun yıllar tatmış bir insanın kaybı bile ne kadar derin bir hüzün...  Halbuki süreç seni alıştırmaya çalışıyor. Yoğun bakım ünitesine girebilmek için maalesef ruhunuz çocuk kalamaz.. Büyümeniz lazım... Ne garip bir sürü bembeyaz saçlı yaşlı vardı hepsi makineye bağlı .. Gözleri kapalı olunca yaşlıları orada ayırt etmek ne zormuş. Gabriel Garcia Marquez yaşlılığın kendine has bir kokusu olduğundan bahseder. Ne kadar haklıymış içeride cidden tarifi mümkün olmayan bir yaşlılık parfümü..Doktorlar üç gündür hiç uyanmadığını söylediler...Üç gün önce gittiğimde makineye bağlı olduğu için kalem kağıdı işaret etmişti. Son yazdığı kelime titreyen harflerin bağırdığı  "ekmek" oldu. Yalnız yaşadığı için bahçe evindeki kedileri için yazdığını düşündüm. Kedilerini beslediğimi, rahat olmasını söyledim ve uyudu.. Başucuna geldiğimde bu üç gündür uyuyan yaşlı güzele baktım. Makine, onun çoktan ebediyete karışmış vücudunu zoraki yeryüzünde tutma mücadelesindeydi. Orada yatan doksan yaşındaki bir kadın değil de sanki minicik bir kız çocuğuydu. O an ona bir tek ninni söyledim içimden. Çünkü film şeridi devreye girmiş ve hayat başa sarmaya başlamıştı. O artık anılarıyla geriye yolculuk yapıp evrenle vedalaşıyordu. Üç gündür uyanmıyorsa anne şefkatine ihtiyaç duyuyordur diye düşündüm. Ninni ona huzur verebilirdi.. Büyükanne demek her zaman yanında olamadığın ama hep yanındaymış gibi sıcaklığını hissettiğin bir noktaymış. Bunu o hayattayken anlayamamak acı. Hiç evlenmemiş, hiç çocuğu olmamıştı, ben manevi torunuydum... Öğretmendi.. Koskoca bir bahçede korkusuzca tek başına yaşardı. Emekli olduktan sonra organik bahçe ürünlerini pazarda satmaya başlamıştı. Baktığımızda yalnızdı ama hayatımda başka kimsenin cenazesinde görmediğim bir kalabalık görmüştüm. Ne çok kişiyi okutmuş, ne çok kişiye selam vermiş, ne çok hikayeye dokunmuş... 
               Hani imam sorar ya: "Merhumu nasıl bilirdiniz?" diye. Kalbimden çok damla anı aktı o an. Onu beni omzuna alıp bahçede gezdirirken hatırladım ilk . Üstü açık bir balkon tuvaleti vardı. İçeriye bir kaç erikli dalı sarkardı. Kafanızı kaldırsanız ay dedeyle bakışırdınız. Öyle romantik bir balkon tuvaleti..Ama o böcekler yok mu??  Böceklerden korkmayım diye kapıda bekler,bana hikayeler anlatırdı . Raynaud hastalığı vardı. Parmakları şiş ve yaraydı. Acı çekmemek için  parmaklarına eskinin metal, ince, uzun ilaç şişelerini geçirirdi. Tim Burton'ın "Makas Eller" filmini ne zaman izlesem parmaklarındaki metal kutuları anımsarım. Sohbeti baldan tatlı yaşlılardandı. Anneannemle bir araya geldiklerinde Hacivat ve Karagöz ikilisi gibilerdi. Hep espriliydi, argoyu severdi... Bitmek tükenmek bilmeyen sonu hüzünlü aşk hikayelerimin bilançosunu bana çıkartmıştı:  "Bok boku kenefte, orospu orospuyu kerhanede, altın altını sarrafta bulurmuş ,eee be kızım sen altınken kenefin etrafında ne geziyorsun?" derdi. En sevdiği hayat derslerinden biri : Gençlikte am başa bela, güçlükte can başa belaymış". Tabi ki ne kadar haklı olduğunu onun yaşlarına gelince tecrübe edebilecektim. Kızılırmağın şırıltısında kurbağaların fiskoslarını dinlediğim, hamakta kitap okurken dut tırtıkladığım bahçeevinin yaşlı perisiydi. Kaybolmuştu... Evrene karışmıştı. Daha nicesini anlatamadığım hikayeler bırakmıştı yanımızda... Hep böyle mi olacaktı... Her geçen yıl birileri kaybolacak ve bizler anı koleksiyonu mu yapacaktık... Kaç kere bağrımızda kırk mum yanacaktı? Hangi sönen otuz dokuz mum o sona kalan bir muma imrenmeyecekti? Hanemin en yaşlısıyla vedalaşmıştım... "İyi bilirdik" kelimesi bir yumrukmuş ki boğazdan inmeyen.. İmam sorduğunda yutkunamıyorsunuz. "İyi bilirdik" kelimesi gözlerden akıyordu ... Biri yaklaştı o an yanıma.. Yan bahçeevinden bir komşuymuş...
- "Son haftalarında rahmetli sürekli bana ekmek sorardı" dedi.
- "Ekmek mi? Ekmek ! Hani şu son anında yazdığı kelime.. Kedileri için mi?" dedim..
- "Yok" dedi... İnsanlar ölmeden önce anlıyorlar herhalde öleceklerini diye mırıldandı. Son haftalarda hayal aleminde gibiydi. Sürekli anne ve babasını gördüğünü söylerdi.. Annem ve babama ekmek vermem lazım onlar yaşlı beslemeliyim onları bana ekmek getirin derdi" dedi.
O an, ona son gün söylediğim ninni geldi aklıma.. Demek son anda cidden anne ve babasını düşünmüştü. Ninniyi içimden mırıldanarak toprak anaya emanet ettim onu...