13 Haziran 2015 Cumartesi

ABESLE İŞTİGAL




           
            Geçmişi görmezden gelerek hiç ders almayan egomu yanıma alıp yürürken gecenin üstüne; sığmıyorum dünyaya ;geceler mi uzadı yoksa en karanlık gecenin sabahındaki güneşi mi bulamıyorum. Yaşayıp yaşayıp tecrübe ettiğim daha da anlamadığımda zamanın tercüme ettiği yerdeyim. Ruhumun acıyla perçinlendiği sonda... Wawwww öyle demişim 31 mayıs 2012’de facebook’ta… Mezun oluyordum o zamanlar, ne kadar derin ve değerli bir aşk acısı çekiyormuşum. Üç yıl sonra okurken bile tüylerim diken diken oldu. Her bir zerrem ürperdi. Şimdilerde aşk bayağılaştı cart curt diyorum ama gelin görün ki benim içinde basitleşmiş ya da aşık olamıyorum o tarihten beri… Her duygu biraz piç, her acı bende ahiri hiç, her aşığım dediğime bakma, yalandan zahiri. Her şeyle dalga geçiyorum sanki. Özellikle de o her zaman çok değer verdiğim egomla. Egom zaafımsa o zaman o egomu, başkalarının bana karşı tehdit unsuru olarak kullanmaması için ortadan kaldırmalıyım. En iyisi aptalı oynamak bir süre neden olmasın en azından denemeliydim…
Neyse!!! Yine esti rüzgar, kulağıma gitme zamanı küçük kadın dedi… İçi kitaplarla dolu bir sırt çantasıydı bana yolu getiren. Nereye gideceğini bilmeden yola çıkmak en güzelidir; ancak o zaman gerçekten yüreğinin götürmek istediği yeri fark edebiliyorsun. Bilinmezlikte bir umut saklıdır seni cezbeden. Önceden bildiğin bir şey, sana yeni ne gibi bir duyguyu ifade edebilir ki … Hayatımda sıkıntılarıma kimsenin üfleyemediği  bir dönemdeyim, kimse iyi gelmiyor, zaman geçiyor bir şekilde ama ben öylece gelip geçmesini değil; bana dokunmasını isterim zamanın. Sanki bir sinek damarlarımdaki kana hissizlik duyusu bulaştırmış gibi, bir şeyler hissetmek için bir şeyler deniyorum. Kimine göre saçma,  kimine göre komik duruma düşüyorum ama denemeden bilemezsin ya bende denedim; ne var ki  hissetmiyorum . Nasıl hissedebilirsin ki : “ Bazı kişilere bazı duyguları hissediyor muyum hala?” diye merak etmenin bizatihi kendisi bile kendime hakaret aslında. Durumun kendisi zaten abesle iştigal.
Hayatın dikkat dağıtıcılığında bir sanat var derken gittim, yolculuğum esnasında Diyojen’i anlamamam imkansızdı . Hayatımdaki bütün bana fazla gelenleri en yakın durakta salladım. Bana nefes olamayan, beni yeniden başlatamayan hiçbir şeyi yanıma almadan gittim.. Hiç kimsenin sesini istemedim kulağımda, kendi sesim dâhil, desibeli yüksek iç sesimi sınırsız bir sessizlikle aldattım. Beni uğultular arasından çekip çıkartan sessizlik beni besleyen fondu. O kadar gittim ki sırt çantam bile fazla geldi bu sefer… Eskiden yaralarımı sarmak adına her gün bir süre aynaya bakardım, iç sesimle kendimi onarırdım. İlk kez işe yaramadı; dedim ki o zaman kendi suretimi de arkamda bırakıp gideyim. Bir süre kimse bana Deniz demesin istedim; belki o zaman bir süre Deniz olmam dedim… Sadece yürüdüm, yürümenin kendisine övgüler yağdırdım. Yürüyüşümle dünyaya açıldım, yeniden oluştum, zamanın ve yerin tadını çıkartmak için yürürken yaşadığımız modern zamana nanik yapıp kaçtım. Yürüyüşlerim beni bir sahile getirdi. Sahilde akşam biraz esiyordu kumlara uzandım, gözlerimi kapattım “saçlarımın her bir değerli teliyle” kumların tanelerini hissettim. Bana adını veren Denizle karşı karşıyaydım. Minik dalga sesleri vardı Deniz’in, hem huzur veren, hem de inanılmaz ürperten cinsten. Ona baktığınızda içinizden ona temas etmek geliyordu ne kadar kaçarsan kaç buna engel olamayıp ona yaklaşıyordun bir ucundan.. Cazibeliydi, sevdiklerine tutkuyla bağlıydı, bedeninde bir sürü canlıya yaşama olanağı sağlıyordu, yufka yürekliydi . Ona temas etmeden derinlerinde neler gizlediğini, asıl benliğini asla göremiyordun. Ama kendisine hiç kimse sahip olamadı hürdü herkesten bağımsız nefes alabilirdi gel gör ki ne kadar umursamazca kirletiyorlardı onu, ne kadar hoyratça davranıyorlardı ona. Ama o her defasında kirleri, karaya dalgalarıyla geri püskürtüyordu; sabaha yeniden sıfırlanarak uyanıyordu… İyi ki aynaya bakmamışım; benim aynam karşımdaymış meğerse… Kendimi yeniden hatırlamak için buradayım. Şuanda hiç kımıldamadan duran da benim, yürüyüp giden de ben. Evet ben bir Denizim kendi varlığı içinde taşan, uçsuz bucaksız, alabildiğine geniş, kıyısız hür bir Deniz. Eşi bulunmaz bir gizli maden olmuşum.Eşi bulunmaz bir Deniz olmuşum ben. Bütün bu konuşmalardan ben şunu anladım: Valla bu yaz olmasını dilediğim koalisyonum benim de belli : “Rakı, Deniz, Begonvil…”


Not: Ankara'dan çok uzaklarda olduğu ve kulağında hep bu yepyeni duyduğu müziğin olduğu kesin... Ayrıca yazının başında kullandığım resimdeki "ahşap rölyefli ayna" muazzam sanatçı Ayhan Tomak'a aittir.