Geçmişi
görmezden gelerek hiç ders almayan egomu yanıma alıp yürürken gecenin üstüne;
sığmıyorum dünyaya ;geceler mi uzadı yoksa en karanlık gecenin sabahındaki
güneşi mi bulamıyorum. Yaşayıp yaşayıp tecrübe ettiğim daha da anlamadığımda
zamanın tercüme ettiği yerdeyim. Ruhumun acıyla perçinlendiği sonda... Wawwww
öyle demişim 31 mayıs 2012’de facebook’ta… Mezun oluyordum o zamanlar, ne kadar
derin ve değerli bir aşk acısı çekiyormuşum. Üç yıl sonra okurken bile tüylerim
diken diken oldu. Her bir zerrem ürperdi. Şimdilerde aşk bayağılaştı cart curt
diyorum ama gelin görün ki benim içinde basitleşmiş ya da aşık olamıyorum o
tarihten beri… Her duygu biraz piç, her acı bende ahiri hiç, her aşığım dediğime
bakma, yalandan zahiri. Her şeyle dalga geçiyorum sanki. Özellikle de o her
zaman çok değer verdiğim egomla.
Egom zaafımsa o zaman o egomu, başkalarının bana karşı tehdit unsuru olarak
kullanmaması için ortadan kaldırmalıyım. En iyisi aptalı oynamak bir süre neden
olmasın en azından denemeliydim…
Neyse!!!
Yine esti rüzgar, kulağıma gitme zamanı küçük kadın dedi… İçi kitaplarla dolu
bir sırt çantasıydı bana yolu getiren. Nereye gideceğini bilmeden yola çıkmak
en güzelidir; ancak o zaman gerçekten yüreğinin götürmek istediği yeri fark
edebiliyorsun. Bilinmezlikte bir umut saklıdır seni cezbeden. Önceden bildiğin
bir şey, sana yeni ne gibi bir duyguyu ifade edebilir ki … Hayatımda
sıkıntılarıma kimsenin üfleyemediği bir
dönemdeyim, kimse iyi gelmiyor, zaman geçiyor bir şekilde ama ben öylece gelip
geçmesini değil; bana dokunmasını isterim zamanın. Sanki bir sinek
damarlarımdaki kana hissizlik duyusu bulaştırmış gibi, bir şeyler hissetmek
için bir şeyler deniyorum. Kimine göre saçma,
kimine göre komik duruma düşüyorum ama denemeden bilemezsin ya bende denedim;
ne var ki hissetmiyorum . Nasıl
hissedebilirsin ki : “ Bazı kişilere bazı duyguları hissediyor muyum hala?”
diye merak etmenin bizatihi kendisi bile kendime hakaret aslında. Durumun
kendisi zaten abesle iştigal.
Hayatın
dikkat dağıtıcılığında bir sanat var derken gittim, yolculuğum esnasında
Diyojen’i anlamamam imkansızdı . Hayatımdaki bütün bana fazla gelenleri en
yakın durakta salladım. Bana nefes olamayan, beni yeniden başlatamayan hiçbir şeyi
yanıma almadan gittim.. Hiç kimsenin sesini istemedim kulağımda, kendi sesim dâhil,
desibeli yüksek iç sesimi sınırsız bir sessizlikle aldattım. Beni uğultular
arasından çekip çıkartan sessizlik beni besleyen fondu. O kadar gittim ki sırt
çantam bile fazla geldi bu sefer… Eskiden yaralarımı sarmak adına her gün bir
süre aynaya bakardım, iç sesimle kendimi onarırdım. İlk kez işe yaramadı; dedim
ki o zaman kendi suretimi de arkamda bırakıp gideyim. Bir süre kimse bana Deniz
demesin istedim; belki o zaman bir süre Deniz olmam dedim… Sadece yürüdüm,
yürümenin kendisine övgüler yağdırdım. Yürüyüşümle dünyaya açıldım, yeniden
oluştum, zamanın ve yerin tadını çıkartmak için yürürken yaşadığımız modern
zamana nanik yapıp kaçtım. Yürüyüşlerim beni bir sahile getirdi. Sahilde akşam
biraz esiyordu kumlara uzandım, gözlerimi kapattım “saçlarımın her bir değerli
teliyle” kumların tanelerini hissettim. Bana adını veren Denizle karşı karşıyaydım.
Minik dalga sesleri vardı Deniz’in, hem huzur veren, hem de inanılmaz ürperten
cinsten. Ona baktığınızda içinizden ona temas etmek geliyordu ne kadar kaçarsan
kaç buna engel olamayıp ona yaklaşıyordun bir ucundan.. Cazibeliydi,
sevdiklerine tutkuyla bağlıydı, bedeninde bir sürü canlıya yaşama olanağı
sağlıyordu, yufka yürekliydi . Ona temas etmeden derinlerinde neler
gizlediğini, asıl benliğini asla göremiyordun. Ama kendisine hiç kimse sahip
olamadı hürdü herkesten bağımsız nefes alabilirdi gel gör ki ne kadar
umursamazca kirletiyorlardı onu, ne kadar hoyratça davranıyorlardı ona. Ama o
her defasında kirleri, karaya dalgalarıyla geri püskürtüyordu; sabaha yeniden
sıfırlanarak uyanıyordu… İyi ki aynaya bakmamışım; benim aynam karşımdaymış meğerse…
Kendimi yeniden hatırlamak için buradayım. Şuanda hiç kımıldamadan duran da
benim, yürüyüp giden de ben. Evet ben bir Denizim kendi varlığı içinde taşan,
uçsuz bucaksız, alabildiğine geniş, kıyısız hür bir Deniz. Eşi bulunmaz bir
gizli maden olmuşum.Eşi bulunmaz bir Deniz olmuşum ben. Bütün bu konuşmalardan ben şunu anladım: Valla
bu yaz olmasını dilediğim koalisyonum benim de belli : “Rakı, Deniz, Begonvil…”
Not: Ankara'dan çok uzaklarda olduğu ve kulağında hep bu yepyeni duyduğu müziğin olduğu kesin... Ayrıca yazının başında kullandığım resimdeki "ahşap rölyefli ayna" muazzam sanatçı Ayhan Tomak'a aittir.