… Heyy ben geldim, sırf bu sanal kağıda üflemek için, senin için geldim, duy ama duyma, gör ama görme , bil ama bilmezden gel diye geldim… Sana öyle bir bilmece getirdim ki sadece fısıldayarak dile getirebilirim ama cevabı bulursan haykırabilirsin… Bir gün “biri” gezerken kaybolur ruhu hiçliğin sularına saplanır . Orada bir “hiç”le karşılaşır. “Biri” düşünmeden “hiçe” el uzatır. “Hiç”, “birinin” ruhuna sirayet eder. “Biri”, “hiçle” hiç olur. “Hiç” bir gün gider. “Hiçle” bir olan “biri” de gider peki o zaman arkada tın tın eden şey nedir?
Sen
cevabı düşünedur bende kelimelerime koşayım . Ahh seni hınzır kelimeler öyle
bir kötü yanınız var ki, kendimizi başkalarına anlatabileceğimiz ve
başkalarının söylediklerini anlayabileceğimiz hissini uyandırıyorsunuz. Fakat
dönüp kaderimizle yüzleştiğimizde yetmediğinizi görüyoruz. Belki de yine doğru
zaman ve doğru yeri yakalayamadığımızdan kelimeler susar. Halbuki “Çeşmenin buz
tutmuş suyuna bakarken, günün birinde yeniden akacak, sonra tekrar donacak,
sonra yine akacak diye düşünürüm. Aslında kalplerimizde böyledir, zamana itaat ederler
ama ebediyen suskun kalmazlar. Doğru zaman ve mekânı beklemek kuru kuruya bir
hesap işi değildir, ucu bizim duygularımızdadır, o da bir bakıma içsel bir sese
sahiptir. Bu içsel ses benim için, hayatımdaki kişileri tasnif eden bir
melodidir. Çünkü her zaman insan ruhunun, müziğin harmonisine yansıdığını
düşünmüşümdür. Kastettiğim şey bir müziği duyduğumda, bir kişiyle yaşadıklarımın
veya onunla gezdiğim yerlerin hayalinin canlanması değil. Bir melodi duyduğumda
tek başına o kişiyi gözümün önüne getirebiliyor muyum? Eğer yapabiliyorsam o
melodi, o bireyin kimliği olur bende ve ne zaman onu görsem kulaklarımda o
melodi döner. Dolayısıyla kimileri için insanlar duyu, jest, mimik ve duruşa göre
ayrışırken, bende bana yansıttıkları melodilere göre şekillenirler. Bu müziği
aramak için de özel bir çaba sarf etmem. Genel de o anda izlediğim bir filmin
müziğiyle canlanabilir, arşivdeki müzikleri dinlerken bir anda oluverir.
Kimi
bir klasik müzik etkisi uyandırır bende, kimi jazz, kimi death metal, kimi
blues, kimi türkü, kimi sanat müziği, kimi pop, kimi arabesk, kimi rap ,kimi
opera, kimi etnik, kimi reggae, kimi rock, kimi punk , kimi rebetiko… ama
mutlaka bir melodi uyandırır ruhumda. “Hepsi bir yana tasvir etmek başkadır
tecrübe etmek başka” dediğim bir gün öyle birine rastladım ki aşırı ilgi
duyduğum ama “hiç” anlamlandıramadığım “biri”. Tek başına onu anımsamak
istediğimde hiçbir melodiyle eşleşmeyen biriydi. Hatta bir süre ona uygun bir
melodi bulmak için kendimi zorladığımı bile fark ettim. Sonra anladım; belki de
kimliksiz biriyle kesişmişti yolum. Ne yaparsam yapayım ona uygun bir melodi
bulamazdım; çünkü kelimenin tam anlamıyla yoktu, “hiç” olmamıştı. Size boşluğu,
herşeyin kayıp yanını anımsatan bir varoluş hangi notayla öpüşebilirdi ki? Kim
bilir belki de ben keşfedemedim. Belki de kendini başkalarının tanımasına hazır
hissetmeyen ve tüm benliğini bir bilye gibi cebinde saklayan minik bir çocuğa
rastlamıştım. Öyle ya müzikle onu sobeleyebilmem için önce onun kimliğini
ortaya atması lazımdı. Aman her neyse haydi eller havaya :D İnsanın melodi
eşliğinde varoluş duyusu falan derken gece gece tam bir sinestezik gibi
konuştum :D Bilirsiniz sinestezikler mistik insan yeteneğine sahiptirler.
Gerçeği, farklı duyusal algılamaları karıştırarak görürler.Renkleri duyar, sesleri görürler. Örneğin kimi
sinestezikler için E harfi yeşildir, “R” harfinin tiz bir sesi vardır, kedinin miyavlaması kırmızıdır, “Fa”
notası çikolata tadındadır,piyanodan gelen ses mavi bir dairedir… vs. Benim için de her insanın bir
tınısı vardır ruhumu dans ettiren. Çünkü onlar bize en beri bile olsa daima
anlamlı ötekiler… Anlamlılar çünkü onlar ezgilerine kavuşmuş biriler...