Geçen hafta kendimi
yaşlılarla dolup taşmış bir kadınlar gününde buldum... Anneannemin öğretmen
okulundan arkadaşlarıyla aylık kaynaşma
toplantısıydı. Düşünsenize bu kadınların hepsi en az yetmiş sekiz yaşında. 1950'li
yıllardan beri de birlikteler...Masada anlatılan hikayeler dudak uçuklatan
cinsten..Seksen yaşındaki Bedia teyzemin,
gençlik yıllarında ilk beynelmilel ehliyete sahip kadınlardan olduğunu ve ondan
tek başına Türkiye'den Paris'e eşinin yanına nasıl gittiği hikayesini dinledim.
Hala son sürat araba kullanabiliyor.. Gülşen Teyzem ise seksen bir yaşında ortama
pembe bir deri montla katıldı. Benimle çatır çatır eşi öldükten sonra ilk defa
tek başına gittiği Kış Uykusu filmi üzerine sohbet etti. Bu masanın hikayesine
anneannemin dahil oluşu aslında tamamen kumar... Ey saçına ak düşen diyar
kokulu mis kadın ...Mücadelesi daha anne karnında başlamış. Annesi, o dönemde
bahçede çalışan bir köylü kadınıymış. İki çocuk dünyaya getirmiş; ancak
üçüncüye hamile kaldığını öğrenince onu dünyaya getirmek istemeyip çivi sokmuş
defalarca...Kendini hırpalamasına rağmen bir can dünyaya kafa tutarcasına
gelivermiş. Anne karnından başlayan hayatla bu mücadelesi peşini hiç bırakmamış
aslında.
Ülkenin zor yılları, yeni yeni kendini kurtaran ve küllerinden
toparlanmaya çalışan, cefakar, azimli insanların dönemi.. Köy enstütülerinin
çok taze kapandığı yıllarda sadece çok çalışkan olanların gidebildiği öğretmen
okulları ortaya çıkmış. Anneannem ve ablası çok başarılı öğrencilermiş. Çiftçi
babaları modernlikle bağnazlık
arasındaki sıkışmışlıktan mütevellit olacak daha fazla okumalarını istememiş.
Öğretmenleri baskı yapmasına rağmen, çifçi İbrahim bir türlü kızının öğretmen
okuluna gitmesi için gerekli kağıdı imzalamamış. Öyle ya! Yeni modernleşmeye
başlayan ülkenin acemi vatandaşlarıymış onlar. Herkesin kızı evlenirken ya da
bağda bahçede çalışırken,okumakta neyin nesiymiş? Tam bu noktada ablası devreye
girmiş. Kardeşinin okuması için yiyebileceği tüm dayağa rağmen babasının
imzasını taklit ederek o kağıdı imzalamış. Sonuç iki örgüsü omuzlarında, elinde eski bir
bavul minik bir çalıkuşu adayı kendisini Konya'da bulmuş. Bir yatakhane içerisinde
bir sürü ranza.. Tipik bir askeri koğuş gibiymiş. Devasa büyüklükte bir salon
içeride bir sürü minik çalıkuşları, ortada tek bir soba ve buz gibi Konya
iklimi. Hangi kız regl dönemindeyse ona göre ranzası sobaya yakın olan ısınması
için bir diğerine yer verirmiş. Bizim için anlaması ne kadar zor bir durum. Anneannem
Konya ile ilgili anılarından bahsederken Konya'nın bu yobaz görüntüsünün yeni
olmadığının, aslında hiçbir zaman modernleşmek istemeyen ve buna sonuna kadar
direnen belki de yegane il olduğunu
söyler. Hatta o dönemde, Konya'daki öğretmen okulunda okumak için ailesinden küçük
yaşta ayrılan kızların genelev'de
çalışıyor muamelesi gördüğünü anlatır...Tüm meşakkatli yıllara rağmen anneannem
öğretmen okulundan mezun olan ilk kadın
öğretmenlerdendir.. Uzun yılllar öğretmenlik yapan, yağlı boya tabloları olan ,
Fransızca bilen, yakma aletleriyle ahşabı oyarak muazzam tasarımlar yapan, satranç
oynayan, keman çalan bir anneanne...
Bu hikayeye nasıl geldiğimize
gelince.. Uzun yıllardır çocukluk hayalim olan radyo-televizyon-sinema alanı
için çalışıp çabaladığımı biliyorsunuzdur. Esasında pek kimsenin bilmediği kolumda
ekstra bir bilezikte taşırım uzun yıllardır. O da Adana'dan bana miras kalan
Fransızca öğretmenliği diplomam. Bu sene çocukluk hayallerime bir süre ara
vermek için özel bir okulla öğretmenlik anlaşması imzaladım. Çalışacağım okulun kapısına
gelirken aklıma nedense öğretmen olmak uğruna herşeyi göze alan, elinde eski
tahta bavulu, saçında örgüsüyle o minik çalıkuşu anneannem geldi. Her zaman sen
benim torunumsun.. Bu hayatta ne olursan ol en iyisi olacağını biliyorum ama konu
en en en en iyisini olmaksa genlerindeki öğretmenliğe bakmanı isterim der..
Gerçi anneannem Anadolu'nun yokluktan binası bile olmayan köylerine renkli
elini sürmüş naif "ÇALIKUŞUGİLLER"dendi...
Bense çocuklarının okuması için seneliği bilmem kaç bin liraların döküldüğü
özel bir okulun şımarık "KAKADUGİLLER"indendim.