Gece henüz gençti...Karanlık,
sokak lambasından süzülen ışık demetiyle cilveleşiyordu. Adımlarımla sisli
gecenin perdesini aralarken yazdığım yazıların edebiyata ne kadar hasret
kaldığını düşünüyordum. Çünkü son zamanlarda yazılarımı gündüzleri yazıyordum.
Halbuki geceydi tüm yaralarımıza o tuzu
zevkle basan, bazen de tüm kusurlarımızın üstünü şefkatle örten. İşte tam o an
anlamıştım aslında Ahmet Haşim'in neden en çok akşamı sevdiğini. Çünkü
yüzündeki derin çıban izleriyle kendisini çirkin bir adam gibi hissediyordu
ancak ne zaman gece gelse karanlık herkesin yüzünü görünmez ve eşit kılar diye
düşünüyordu. Haksızda değildi hani. Ben geceden koşarak kaçarken ilham
perilerimde inceden firardaydı. Sadece geceden uzaklaşmamış aynı zamanda
insanları da gözlemlemeyi bırakmıştım. Kendi dertlerime o kadar dönmüştüm ki
benden başkası yoktu dünyada sanki. Narsistliğin sınırlarını zorluyordum. Bakmazsan
tanıyamazsın, tanımazsan ona temas edip onu yazamazsın . Sisli gecemde o kadar
derin düşüncelerle yürüyordum ki ayağıma takılan çantayı bile fark edememiştim.
Tökezledim,yere kapaklanmama bir nefeslik boşluk kalmıştı. Bir baktım ayağıma
tanımadığım bir çanta dolanmış. İçinden de
kitaplar düşmüş. O kadar umursamazdım ki
mütemadiyen özür dileyen bu genç adama olabilecek en kaba ve çatık kaşlı
halimle: "Dikkatli olsanıza ama
pardon siz erkekler anca kırıp döküp, düşürmeye çalışmaktan anlarsınız" diye
pöykürdüm. Tam olarak beş adım atarak ondan uzaklaşırken derinlerimde gizlenmiş
insan yanımdan koca bir tokat yedim. Ulan! dedim. Afedersiniz mevzu bahis
kendim olunca öyle de kaba konuşurum kendimle neyse : "Ulan yardım etsen
elin aşınmaz ya ,ne de olsa zamanında yıldızları saymışlığın kadar insanları
sevmişliğin var " dedim. Geri döndüm kitaplarını toplamasına yardım etmek
için eğildim. Üzgünüm insanları sevmediğim bir dönemimdeyim kaba olmak
istemezdim dedim. Kitapları elimden alırken kırılgan naif bir şekilde
gülümsedi. Tanıştığım insanların dörtte üçü halden anlama özürlüsü neyse ki siz
onlardan değilmişsiniz önemli değil, güzel geceler dedi ve yürümeye başladı. Sisli
gecede önümde ilerleyen bu tanımadığım genç adamı birden merak etmeye başladım.
O hızlı adımlarla ilerlerken, benim de hiperaktif hayal gücüm devreye
girdi. O an düşle gerçek arasında
bocaladım sis miydi benim kafamı karıştıran? Nereye gidiyordu acaba? Öğrenci olduğunu
sanmıyordum. Kılık kıyafeti, çantasının stili ve düşen kitaplar akademisyen
olduğunu düşündürüyordu. Umarım akademisyen değildir diye bulduğum ilk elektrik
direğine en batıl yanımla kulağımı çekip tıklattım. Kibar bir adam olduğu
aşikardı. Kitapları uzatırken sağ elinin baş parmağındaki tırnağın uzun
olduğunu görmüştüm. İşte bir ipucu daha muhtemelen gitar çalıyordu ne hoş. Ses
tonu da çok tumturaklıydı çalarken de bu güzel sesin hakkını verip şarkı
söylüyor muydu acaba? Aceleyle ilerleyen adımları onu sevdiği kişiye
yetiştirmek için miydi ? Belki de tiyatroya yetişmeye çalışıyordu ama yok saat
biraz geçti. Tiyatro olmasa bile belki sinemada gece seansına yetişmeye
çalışıyordu. Belki de benim gibi tez
yazıyordu ve aceleyle eve gidip kaybettiği zamanı telafi etmek için deli gibi
çalışmayı düşünüyordu. Hayatla barışık olduğu kesindi. Çünkü yüzünde hiç kimsenin
eskitemeyeceği bir gülücük taşıyordu.Uzun zamandır kutsal sancının mahkumu olan,
mütemadiyen kırk bir derece hararetle çalışan dimağa sahip adamlara
rastladığımdan bu derece huzurlu dingin bir adamın varlığı beni şaşırtmıştı
doğrusu. Adımlarını kısa tutuyordu demek ki hayatı büyük adımlarla hoyratça harcamıyordur
dedim. Kafasını hafif yana çevirdi ama sonra geri önüne döndü. Birkaç saniyeden
daha fazla dayanamadı, mahcup bir ifadeyle bana baktı ve tebessüm etti. Gülmeye
cesaretli dedim , evrenin dilini arayan bir kişi için cesur oluşu ne büyük bir
erdemdi. Sonra ne mi oldu tabi ki hayat
karşımıza yol ayrımını dayadı. Adımlarım devam ederken fark ettim ki şu kısa
sürede bir insan hakkında hayal kurup onu betimlemeye çalışmışım. Aslında bende
cesurdum çünkü geri dönüp ona bakmayı tercih ettim. Baktığım bu genç adam kara
kalemimin ucunda biçimlenmeyi bekleyen bir eskiz gibiydi. Önümde giderken
edebiyatın kanatlarıydı bana rüzgar olan. Belki de gerçek bile değildi sisten
kafam karışmıştı hepsi bu...