Uzun zaman oldu diye biri
kulağıma fısıldadı… Bazen özlemek gerek her şeyi… Bende kendimi Gogol’ün
paltosuna gizledim. Sartre’ın duvarlarla çevrili zindanlarında kayboldum. Birden
kendimi Baudelaire’in şarabından yudumlarken buldum. Kadehteki ruj izimi silmek
için cebimden peçete çıkartacaktım ki peçetenin içinden Kafka’nın dönüşen
böceği çıktı. Onlarla hoş zaman geçirmedim değil ama her duygu kendi
mahallesinden geçmeyi ister. Çünkü odur tanıdık olan, senin bam teline dokunan
ya da senin bam teline dokunduğun... Mahalleme ne zaman döneceğimi beklerken
İstanbul’dan ikinci el bir kitap siparişi verdim. Anneme reklamcı olduğumu
söylemeyin o beni bir genelevde piyanist sanıyor… Kitap çok eski basımlı, isminden
de anlaşıldığı gibi reklamcığın genelevde çalışmaktan daha kötü kabul edildiği
dönemler. Sayfalarından o eski kitaplara mahsus, bayatlamış vanilyalı kurabiye kokusu
çalındı burnuma. İlk sayfayı açmamla daha önce hiç tanışmadığım, muhtemelen
şuan çok yaşlı olan, bu kitabın ilk sahibiyle burun buruna geldim. “Bu
suskunlukta gece yarısı elimle dokunacak kadar yakınsınız, yıldızların
parıltısında görebiliyorum. Sende duyuyorsun değil mi satırlarımdaki sesimi…
Şubat -1989-Ankara. Hayatımda yeni bir sayfa açılıyor” diye yazmış kitabın ilk sahibi.
Bu satırları okuduğumda
çok şaşırdım. Çünkü gerçekten onu duymuştum ve belki de onun bu satırları
yazdığı yaştaydım şuan. Kitabı İstanbul’dan sipariş etmiştim. Buna rağmen o
kadar insanın ve kitabın içerisinde bana denk gelen Ankara yazılı bir kitap
olması ve daha ilginci doğum tarihimin 1989 oluşu. Benim içinde hayatımda yeni
bir sayfaydı. Ben dünyaya yeni gözlerimi açarken belki bu kitabın ilk sahibi,
derin acılar yaşamış, hayatının belli dönemini geride bırakmak adına yaşamına
‘yeniden başlat’ komutunu vermişti. Ne garip tesadüf! Bu tesadüf hayatımdaki
diğer tesadüfleri düşünmeme sebep oldu. Bir iz gibi hayatımda taşıyordum
onları.Daha dört yaşımda ailemle Erdek’te yaz tatilindeydim.Hayatımın net
hatırladığım ilk tatili.Sabahın erken saatlerinde kamp yerinde bir hareketlilik
bir bağırışma sesi duyduk.Dışarı çıktığımızda yaşlı bir kadının denizde geceden
beri kayıp olduğu söyleniyordu. Yaşlı, emekli öğretmen teyze, gençken yüzme
madalyaları olduğuna güvenerek denizin dalgalı oluşunu önemsememiş ve sırt üstü
denizde uzanmıştı. Gözünü açtığında kıyıyı göremeyecek kadar dalgalar onu uzaklaştırmıştı.
İyi seviyede yüzme bilmesinden dolayı panik yapmadan sırt üstü yatmaya devam
etti ta ki karşı kıyıya yaklaşıncaya kadar. Kıyıya çıktıktan sonra bir balıkçı kulübesinin
kapısını çalmıştı. Sabah serinliğinde ıslanmış teyzeyi karşılarında görünce
şaşıran balıkçı aile ona sıcak giysiler vermişti ve sabahın erken saatlerinde
balıkçı teknesi yaşlı teyzeyi kampa geri getirmişti. Bu emekli öğretmen, yaşlı
teyze Selda Bağcan’ın annesiydi. Daha dört yaşında dünyaya dair algılarımın
yeni oturmaya başladığı bu dönemde Selda Bağcan’ı tanımıyordum ama annesinin
başına gelen olay ve onun yaşına rağmen kendine duyduğu özgüven benim çok
dikkatimi çekmişti. Bununla başlayan serüvenim anaokulunda da devam etti. Annemin
öğretmen arkadaşları arasında geçen çocukluğum, öğretmen arkadaşı olan Ahmet
Telli’nin şiirleriyle demlendi.
Daha buna benzer birçok
anımı düşünürken bir yandan elimdeki kitabı büyük bir merakla okumaya başladım.
Bir tür mesleki seyahatnameydi. Cümleleriyse çok derin izler bıraktı. “Doğum
yeri insanı etkiler. Fransa’nın en İtalyan şehirlerinden biri olan Perpignan’ın
erdemi ve şirreti bana miras kaldı. Babam seyahati din gibi, annemde dini
seyahat gibi benimsemişti. Sonuç olarak ben bir dünya yurttaşının ve Tanrı’nın
yurttaşının çocuğuyum. Bundan daha iyi ebeveyn mi olur? Irsiyetinse bir tek
kötü yanı vardı, insanın kendi doğumunu başarması için ırsiyetini öldürmesi
gerekir. Irsiyetimden sıyrılıp kendimi keşfetmek için yola çıktım…” diyordu yazar. Ailemden uzak kaldığım okumak
için çıktığım beş yıllık yolculuk bana bu cümlenin sağlamasını yaptırmıştı.
Irsiyetimin haricindeki bir Deniz keşfetme olanağım olmuştu. Belki o yüzden bu
beş yılın sonunda ailemin yanına dönmek çok zorlamamıştı çünkü eksik tarafımı
bulup dönmüştüm.
Sonra düşündüm kader
hokkasından dökülen mürekkebin gözyaşıydı her bir tesadüf. Kimi sevinç kimi
keder ama bu gözyaşlarıydı düşüncelerimi kâğıtlara anlatmamı sağlayan. O yüzden karşıma çıkan her insandan, her kitaptan,
her cümleden etkilenirim. Bu tesadüfleri
düşününce dedim ki mahallemin yolunu hatırladım. O zaman iki satır karalayım da
vuslatımız başka bahara kalmasın.
NOT: 1989 yılında
kitabımın içindeki o güzel notu yazan Suat Çekmeci her şeye yeniden başlamak adına
açtığın bu yeni sayfada umarım hayat sana iyi davranmıştır ve Fevziye Bağcan
çıktığın sonsuzluk yolculuğunda huzurlu uykular dilerim…
2014 -
Ankara’dan ve Deniz’den Sevgiler