Hiç bir çiçeğin açmaya
cesaret edemediği, dallarında tomurcukken buzlandığı garip bir bahardaydık.
Halbuki biz bu bahar en basitinden özgürce nefes almak istemiştik. Varmış gibi gözüken özgürlüğümüz zaten
yanılsamaydı.. Şimdi de sanki bedenlerimiz birer yanılsama..Eskinin duvar
saatleri vardı o oda da uyuyamazdınız tik tak tik tak beyninizi kemirirdi. Bir
aydır beynimde o saatle dolaşıyorum. Ölüme bir kala ölümü bir geçe. Dürüstçesi
gerek ülkenin doğusunda olsun gerekse savaş olan diğer ülkeler için olsun daha
önce empati yapabildiğimi düşünürdüm. Kuru kuruya empati ne mümkünmüş. Bir
acıyı özümsemek için o acıyı teninde hissetmek lazım gelirmiş. Dünya'nın bir çok yerinde hadi bırak onu;
kendi vatanımızın bir parçasında insanlarımız korkudan bir gün sonrası için nefes
almayı dilerlerken biz mışıl mışıl rüyalardaydık değil mi? Haberlerde Cizreli minik
kız : "Duyuyor musunuz silah seslerini? Sadece dışarıda top oynamak
istiyoruz" diye haykırırken onları suni gözyaşlarıyla izleyip sahte
empatilere gark olduk. Bir sonraki haberde unutuldular..
Yaşamanın ne kadar zor
olduğunu, özgürlüğümüzü elimizden alan "güm" diye kulakları sağır
eden bombanın sesiyle anladık. Bir şeyi daha anladık, yıllar sonra "öleyazmak"
birleşik fiilinin cümle içinde nasıl kullanılacağını...O zamanlar çocuk aklımızla anlayamazdık öleyazmanın nasıl bir yaklaşma anlamı taşıdığını... Şimdi biliyoruz ... Aslında bizler hayata
adım atarken en çok ip cambazıyız. Hem de mesleğe en yeni başlayanından, ölümle
raks edercesine. En tepeye çıktık mı önümüzde incecik bir ip parçası. Karşısı
belki bilen için yakın ama bilinmezlikte en ırak. Dengeye karışmış bir dikkatle
ipe basmaya başlarsın. Adım atarken zangır zangır titreyen bacaklarımız mıdır
yoksa bastığımız yer midir? Zordur yürüyebilmesi vesselam ama denemek
zorundasındır. Zaten düşebileceğin gerçeği yüksek bir ihtimaldir ama her yeni
adımında gideceğin yeri düşlersin... Her adımda ümitlenirsin. Bir sonraki
adımını daha dengeli atarsın. Dersin ki ben kıvırdım bu işi galiba artık sonuna
kadar giderim. Derken birden hiç hesapta olmayan dışarıdan bir el uzanır
makasla ipi kesiverir. İvedilikle düşmeye başlarsın. Aslında hep aklındaydı bu
ihtimal ama düşecektiysen de kendinden kaynaklanmasını isterdin. Dışarıdan
gelen müdahale senin iple olan zorlu mücadelende kalleşçedir. Bizim hayatla
mücadelemizde bu aslında. İleri ki yaşlarımız çok hayal ama her gün ona doğru
bir adım atıyoruz.. Ama ya hiç hesapta olmayan biri yanında pimi zank diye
çekerse...Oradan sonrasını bize anlatabilecek biri yok maalesef.
Hani diyoruz
ya hep oradan geçmeseydim ya da o dakika acil bir işim çıkmasaydı, şu,bu
olmasaydı bende orada olup ölecektim. Bizim bir türlü parçası olamadığımız
Dünya'nın bir yerlerinde; birileri güç mücadelesi için birbirleriyle savaşırken
telef olan bizleriz. Hani onlara, insanca nefes alabilmenin yeterli olabildiği
zamanlar hatırlatılsa belki o zaman bize de bir yaşam düşer. Peki siz herşeyi
din uğruna (!) göze alanlar size bir
soru?? Bir ecel-i müsamma'ya inanırız kaçılması mümkün olmayan değişmez
kaderimiz. Bir de ecel-i kaza'ya inanırız hani
bir sebebe bağlı
olarak değiştirilmesi takdir edilmiş eceldir. Yanındaki canavar pimi çekerken
senin lügatında kazara mı ölmüş oluyoruz? Yoksa zaten kaderimizde bir bombacı
tarafından öldürülmek mi vardı? Tabi yaa C şıkkı Takdir'i İlahi'yi unutmuşum
ben.... Bir yerde okumuştum Walter Benjamin canını defalarca alabilecek kadar
morfini hep üzerinde taşırmış...Bizler de artık canımızı defalarca alabilecek
kronik ölüm korkusunu hep cebimizde taşıyoruz...Nabalım Woodstock
Festivalinde Jimi Hendrix ve Jonis
Joplin'i dinleyip savaşa hayır diyip güzel yaşayan o 60' kuşağından olamadık.. Kısmetimize 'Milenyum Kabusu' düştü.