En
güzel yazını anlatabilmek için hiç
sebebinin olmaması gerekir bazen… Halbuki bunun aksine hayatın bazı
anlarında sebepler, neden sonuç ilişkileri o kadar dallanır budaklanır ki,
sinirini çıkartmak istediğin ama ağzına tıkanan söyleyemediğin cümlelerin
vardır. İşte öyle günlerde mütemadiyen
yazarsın ve yazarsın sonra bir güzel silersin. Söyleyemedikçe daha da bir
sinirlenirsin. Her yazı bir öncekine göre daha acımasız olur ama o bir gün
gelir. Tam yazarsın yazarsın silerken bomboş sayfada kalan, son kelime hoşça
kal’a bakarsın ve dersin ki sildiğim o koskoca yazı neydi,kime yazılmıştı? Öylece
apışıp kalırsın unutmuşsundur artık . Sonra o Hoşça kal’a bakıp belki de silmek
en güzelidir dersin. Kendinin bu kadar basit bir kelime olan Hoşça kal’ı hissiyattan
ırak, bayağı bir Word sayfasına yazmana şaşarsın ve dersin ki hiçbir hoşçakalı buradan
yazma Deniz, kişilerin yüzüne söyleyemeyeceğin kelimelerin olmasın hayatında. Konuşurken
herkesin gözünün bebeğine bakacak cesaret dolu cümlelerin olsun. Veda etme
zamanın geldiğinde öyle güzel vedalaş ki bir daha karşılaştığında ona
harflerden kurulu sözcüklerini söyleyebilecek yüzün olabilsin. Hayatta herşeyin bize birer işaret olduğunu
düşünürüm. Üniversite’den mezun olacağım
zaman gelmişti. Adana’daki son günümdü. Nedendir bilmem kendimi “Dünya’yı
Kurtaran Sahaf’ta bulmuştum. O kadar vedalaşacak yer varken adımlarım beni neden
buraya getirmişti inanın bilmem. Kollarımın taşıyamayacağı ağırlıkta bir sürü
kitap almıştım. Tam çıkarken raflardan önüme pembe, eskimiş ciltli ,sayfaları
bayatlamış vanilyalı kurabiye kokan bir kitap düştü. Eğilip kitabı aldım.
Puşkin’in bütün eserleriydi. Çok kitap almıştım o gün aslında ama nedense bu
önüme düşen kitabı almak için kalbim çarpmaya başlamıştı. Bir heyecanla aldım.
Voltaire
ve Diderot varsa neden Puşkin’im de olmasın dedim . Ama onu okuyacak bir zaman
bulamadım. Aradan üç koca yıl geçti. Geçen gün balkon keyfi yapmak istedim
tam elimdeki kitabı kitaplığa
yerleştirecekken birden aradan pembe, eskimiş ciltli,sayfaları bayatlamış
vanilyalı kurabiye kokan bu kitap düşüverdi yine. Demek tanışma zamanımız geldi
Puşkin dedim. Doğru zaman ve doğru yerdeydik. Şimdi düşmüşsen yine önüme,
mutlaka ilgilimi çekecek cümlelerin olduğundandır dedim. Birer ikişer
sayfalarında iz sürüyordum. Puskin'in Leonora’ya yazdığı bir mektupla
karşılaştım. Onu terkediyordu.Arkasında bir mektup bırakıyordu. “Gidiyorum
sevgili Leonora ebediyen terkediyorum seni. Düşüncelerimi başka türlü anlatmaya
gücüm yetmediği için sana bu mektubu yazıyorum. Mutluluğum sürekli olamazdı.
Alın yazıma ve doğaya rağmen tadıyordum onu. Sen benden soğumak zorundaydın
,büyü bozulmak zorundaydı. Karamsarlığın pençesindeki bu düşünceler her zaman
hatta senin beni tutkuyla sevdiğin ve
benim sınırsız tatlılığına dayanamayıp ayaklarının dibinde kendimden
geçtiğim,herşeyi unutur gibi olduğum dakikalarda bile beni izliyordu.Benim için
en değerli şey senin rahatındır. Elveda Leonora,elveda biricik sevgilim,elveda
biricik dost. Seni terk etmekle yaşamın ilk ve son mutluluklarını da
terkediyorum.Ne bir ana yurdum ne de yakınlarım var. Yalnızlığım benim için tek
avuntu olacak.Bundan böyle kendimi vereceğim sıkı çalışmalar, heyecan ve
mutluluk dolu günlerimin ıstırap verici anılarını uyuşturmasa bile hiç olmazsa
biraz oyalayacak beni.Elveda Leonora senin kucağından kopup ayrılırcasına
ayrılıyorum bu mektuptan.” diyip Rusya’ya hareket etmiş. Tam bu satırları
okurken bende küfürün bini bir para tabi .Hadi biraz empati yapayım dedim. O
devirde yüz yüze gelmekten kaçınıp kendini bir mektup sayfanın arkasına
saklayan bu adamsı, demek ki günümüzde yaşıyor olsaydı Leonora’yı bir mesajla terkedecekti.
Koca bir kahkaha eşliğinde ne kadar ironik değil mi? Eee iletişim tarihinin
kronolojik getirileri bunlar, olacaktı o kadar.
Tamam
benim nazarımda bu kısma kadar Puşkin bile olsa kendini yine kurtaramazdı; ama
tam bu noktada da devreye üslup giriyordu. Mutlaka o devirde mektupla ayrılan
bir sürü tipolojiler mevcuttur. Bence onları da kendi aralarında sınıflandırmak
lazım. Öyle ya herkes mektubu için,bir Puşkin zarifliğinde hassas kelimeler
seçemez. Puşkin aşkla ayrılmıştır çünkü. Kalbi aşkla doludur. Ayrıldığı anda
bile mürekkebi saygısıdır. Mektubu okurken Leonora’nın başta kalbi kırılmıştır,
ama Puşkin’in merhem dolu sözleri yıllar içinde onu iyileştirmiştir. Kitapta Leonora’nın
onun ardından başkasına aşık olduğu ve bunu duyan Puşkin’in kıskançlık krizleri
geçirdiği yazar. Ne kadar doğrudur bilinmez ama bana sorarsanız ne zaman Puşkin’i düşünse
yüzünde bir tebessüm oluşmuştur. Çünkü mektupla bile olsa Leonora’ya değer
verdiğini ve aşkla üzülerek ayrılığını anlatmıştır her satırında.O devirde mektubu
odun odun yazanda vardır, insanda okurken her satırında kusma isteği
uyandıracak cinsten.Gelin iki dakika hayal kuralım .Hani düşünsenize Puşkin bu
satırları şu şekilde de yazabilirdi: “Leonora ilişkiden anladığımız beklentiler
birbirinin ötesinde,olmuyor abi net, artık içine girdiğimiz anlamsız
muhabbetler beni darlıyor.Ah be Leonora keşke hiç böyle bir karmaşanın içine
girmeseydik çünkü sana olan aşkım dibini çekti. İki iyi arkadaş olarak kalıp
ömrümüzü nihayetlendirebilseydik ama olmadı naparsın. Bundan sonra seninle
sevgili olarak geçireceğim her dakika benim için anlamsız , en azından dürüstüm
abi . Seni de kandırmayayım değil mi ama? Leonoş sen sağ ben selamet, olayı
sündürmenin anlamı yok. Aha sünmeye başladı bile, yüzyüze konuşmadan bitsin
istedim zira dramatik bir mevzuya dönüşüyor kafam da balona dönüyor.Ayrıca bundan
sonra her diyalog seni benim gözümden düşürür be bebeyyimm. Yüzyüze konuşmayı
kendin için bir hak meselesi argümanına dönüştürme, çünkü çok öznel kaçar.Peşimden
de Rusya yollarına düşme bence evinde kal. Bende zaten artık çalışmalarıma
döneyim ki senle kaybettiğim zamanı telafi peşine düşeyim”..Owwowwowww iki
resim arasındaki 7 farkı bulun. Daha fazla uydurmaya hayal gücüm yetişmedi. Zaten
Puşkin’in zarif tarzına da bu kaba cümleler pek yakışmadı. Gerçi Puşkin mektubu
bu şekilde yazmış olsaydı kendini savunmak için herhalde şöyle derdi : "Bu
mektup bir suçsa, pişmanlık duymadığımız bir suç suç değil olsa olsa kötü bir
raslantıdır...Karşımdakini incitme niyetim öylesine derindeki,onu yönetmek
elimde değildi artık.Kendi kendimden öylesine tiksinti duyuyorum ki,bütün
yaşantım kendi kendime verdiğim uzun bir cezalar dizisi gibi.Kendimi
cezalandırarak kazanıyorum ve gençleşiyorum." Ehh bu biraz daha iyi en
azından elem çiçeğine dönüşmüş olurdu ama bu da Puşkin'in nazenin satırlarıyla
yarışamazdı. Gerçi Puşkin böyle satırlar kurmuş olsaydı Leonora ile tasadüfen
bir kaç kere karşılaşmış olsa Leonora onun gözünün bebeğine dimdik
bakabilirken, Puşkin onun yüzüne bakabilecek cesareti kendinde bulamazdı
neticede yüzyüze iletişimin insanı değildi değil mi? İstediği kadar eğitimli olsun, istediği kadar milyon
kitap okumuş bir şair olsun; anneannemin çok güzel bir lafı vardır: “Okumak
cehli giderir insanlık öğretmez”der. Tabi Puşkin’in de daha medeni bir yol
izleyip Leonora’nın yanağına bir buse kondurup iki sevgiliye yakışır
vedalaşmalarını isterdim. Gerçi söz konusu üslupsa Puşkin yarım elma gönül almadan
tam not alır. Eeee kimi var Puşkin gibi kimi var Puşt gibi !!! İşte kitaptan yola
çıkarak dedim ki aman be kızım sakın ha!! Sen sen ol insanların yüzüne bakmadan
söyleceğin sözcüklerin,hoşçakalların olmasın. Sözleri aklının ucundan bile
geçirme ki dil bu belli olmaz pat diye düşer, düştüğü yerde kalır. Sen
sözcükler dilinden düştü sanırsın hâlbuki insanlığından bir parça
eksilmişsindir olan yine kendine olur. Çünkü kişinin karakteri ve özü ağzından
çıkan kelimelerin kalitesi kadardır. Hayatta herşeyin şık olması gerektiğine
inananlardanım: "Ruhun,bedenin,kıyafetin,sevmenin,terk edişin,dostluğun ve
tabi ki aşkın"...Kelimelerdeki zariflik an gelir başlangıçtır an gelir
şimdiki gibi bir son.