3 Ekim 2015 Cumartesi

LEONORA

En güzel yazını anlatabilmek için hiç  sebebinin olmaması gerekir bazen… Halbuki bunun aksine hayatın bazı anlarında sebepler, neden sonuç ilişkileri o kadar dallanır budaklanır ki, sinirini çıkartmak istediğin ama ağzına tıkanan söyleyemediğin cümlelerin vardır.  İşte öyle günlerde mütemadiyen yazarsın ve yazarsın sonra bir güzel silersin. Söyleyemedikçe daha da bir sinirlenirsin. Her yazı bir öncekine göre daha acımasız olur ama o bir gün gelir. Tam yazarsın yazarsın silerken bomboş sayfada kalan, son kelime hoşça kal’a bakarsın ve dersin ki sildiğim o koskoca yazı neydi,kime yazılmıştı? Öylece apışıp kalırsın unutmuşsundur artık . Sonra o Hoşça kal’a bakıp belki de silmek en güzelidir dersin. Kendinin bu kadar basit bir kelime olan Hoşça kal’ı hissiyattan ırak, bayağı bir Word sayfasına yazmana şaşarsın ve dersin ki hiçbir hoşçakalı buradan yazma Deniz, kişilerin yüzüne söyleyemeyeceğin kelimelerin olmasın hayatında. Konuşurken herkesin gözünün bebeğine bakacak cesaret dolu cümlelerin olsun. Veda etme zamanın geldiğinde öyle güzel vedalaş ki bir daha karşılaştığında ona harflerden kurulu sözcüklerini söyleyebilecek yüzün olabilsin.  Hayatta herşeyin bize birer işaret olduğunu düşünürüm.  Üniversite’den mezun olacağım zaman gelmişti. Adana’daki son günümdü. Nedendir bilmem kendimi “Dünya’yı Kurtaran Sahaf’ta bulmuştum. O kadar vedalaşacak yer varken adımlarım beni neden buraya getirmişti inanın bilmem. Kollarımın taşıyamayacağı ağırlıkta bir sürü kitap almıştım. Tam çıkarken raflardan önüme pembe, eskimiş ciltli ,sayfaları bayatlamış vanilyalı kurabiye kokan bir kitap düştü. Eğilip kitabı aldım. Puşkin’in bütün eserleriydi. Çok kitap almıştım o gün aslında ama nedense bu önüme düşen kitabı almak için kalbim çarpmaya başlamıştı. Bir heyecanla aldım.
Voltaire ve Diderot varsa neden Puşkin’im de olmasın dedim . Ama onu okuyacak bir zaman bulamadım. Aradan üç koca yıl geçti. Geçen gün balkon keyfi yapmak istedim tam  elimdeki kitabı kitaplığa yerleştirecekken birden aradan pembe, eskimiş ciltli,sayfaları bayatlamış vanilyalı kurabiye kokan bu kitap düşüverdi yine. Demek tanışma zamanımız geldi Puşkin dedim. Doğru zaman ve doğru yerdeydik. Şimdi düşmüşsen yine önüme, mutlaka ilgilimi çekecek cümlelerin olduğundandır dedim. Birer ikişer sayfalarında iz sürüyordum. Puskin'in Leonora’ya yazdığı bir mektupla karşılaştım. Onu terkediyordu.Arkasında bir mektup bırakıyordu. “Gidiyorum sevgili Leonora ebediyen terkediyorum seni. Düşüncelerimi başka türlü anlatmaya gücüm yetmediği için sana bu mektubu yazıyorum. Mutluluğum sürekli olamazdı. Alın yazıma ve doğaya rağmen tadıyordum onu. Sen benden soğumak zorundaydın ,büyü bozulmak zorundaydı. Karamsarlığın pençesindeki bu düşünceler her zaman hatta senin beni tutkuyla sevdiğin  ve benim sınırsız tatlılığına dayanamayıp ayaklarının dibinde kendimden geçtiğim,herşeyi unutur gibi olduğum dakikalarda bile beni izliyordu.Benim için en değerli şey senin rahatındır. Elveda Leonora,elveda biricik sevgilim,elveda biricik dost. Seni terk etmekle yaşamın ilk ve son mutluluklarını da terkediyorum.Ne bir ana yurdum ne de yakınlarım var. Yalnızlığım benim için tek avuntu olacak.Bundan böyle kendimi vereceğim sıkı çalışmalar, heyecan ve mutluluk dolu günlerimin ıstırap verici anılarını uyuşturmasa bile hiç olmazsa biraz oyalayacak beni.Elveda Leonora senin kucağından kopup ayrılırcasına ayrılıyorum bu mektuptan.” diyip Rusya’ya hareket etmiş. Tam bu satırları okurken bende küfürün bini bir para tabi .Hadi biraz empati yapayım dedim. O devirde yüz yüze gelmekten kaçınıp kendini bir mektup sayfanın arkasına saklayan bu adamsı, demek ki günümüzde yaşıyor olsaydı Leonora’yı bir mesajla terkedecekti. Koca bir kahkaha eşliğinde ne kadar ironik değil mi? Eee iletişim tarihinin kronolojik getirileri bunlar, olacaktı o kadar.
Tamam benim nazarımda bu kısma kadar Puşkin bile olsa kendini yine kurtaramazdı; ama tam bu noktada da devreye üslup giriyordu. Mutlaka o devirde mektupla ayrılan bir sürü tipolojiler mevcuttur. Bence onları da kendi aralarında sınıflandırmak lazım. Öyle ya herkes mektubu için,bir Puşkin zarifliğinde hassas kelimeler seçemez. Puşkin aşkla ayrılmıştır çünkü. Kalbi aşkla doludur. Ayrıldığı anda bile mürekkebi saygısıdır. Mektubu okurken Leonora’nın başta kalbi kırılmıştır, ama Puşkin’in merhem dolu sözleri yıllar içinde onu iyileştirmiştir. Kitapta Leonora’nın onun ardından başkasına aşık olduğu ve bunu duyan Puşkin’in kıskançlık krizleri geçirdiği yazar. Ne kadar doğrudur bilinmez  ama bana sorarsanız ne zaman Puşkin’i düşünse yüzünde bir tebessüm oluşmuştur. Çünkü mektupla bile olsa Leonora’ya değer verdiğini ve aşkla üzülerek ayrılığını anlatmıştır her satırında.O devirde mektubu odun odun yazanda vardır, insanda okurken her satırında kusma isteği uyandıracak cinsten.Gelin iki dakika hayal kuralım .Hani düşünsenize Puşkin bu satırları şu şekilde de yazabilirdi: “Leonora ilişkiden anladığımız beklentiler birbirinin ötesinde,olmuyor abi net, artık içine girdiğimiz anlamsız muhabbetler beni darlıyor.Ah be Leonora keşke hiç böyle bir karmaşanın içine girmeseydik çünkü sana olan aşkım dibini çekti. İki iyi arkadaş olarak kalıp ömrümüzü nihayetlendirebilseydik ama olmadı naparsın. Bundan sonra seninle sevgili olarak geçireceğim her dakika benim için anlamsız , en azından dürüstüm abi . Seni de kandırmayayım değil mi ama? Leonoş sen sağ ben selamet, olayı sündürmenin anlamı yok. Aha sünmeye başladı bile, yüzyüze konuşmadan bitsin istedim zira dramatik bir mevzuya dönüşüyor kafam da balona dönüyor.Ayrıca bundan sonra her diyalog seni benim gözümden düşürür be bebeyyimm. Yüzyüze konuşmayı kendin için bir hak meselesi argümanına dönüştürme, çünkü çok öznel kaçar.Peşimden de Rusya yollarına düşme bence evinde kal. Bende zaten artık çalışmalarıma döneyim ki senle kaybettiğim zamanı telafi peşine düşeyim”..Owwowwowww iki resim arasındaki 7 farkı bulun. Daha fazla uydurmaya hayal gücüm yetişmedi. Zaten Puşkin’in zarif tarzına da bu kaba cümleler pek yakışmadı. Gerçi Puşkin mektubu bu şekilde yazmış olsaydı kendini savunmak için herhalde şöyle derdi : "Bu mektup bir suçsa, pişmanlık duymadığımız bir suç suç değil olsa olsa kötü bir raslantıdır...Karşımdakini incitme niyetim öylesine derindeki,onu yönetmek elimde değildi artık.Kendi kendimden öylesine tiksinti duyuyorum ki,bütün yaşantım kendi kendime verdiğim uzun bir cezalar dizisi gibi.Kendimi cezalandırarak kazanıyorum ve gençleşiyorum." Ehh bu biraz daha iyi en azından elem çiçeğine dönüşmüş olurdu ama bu da Puşkin'in nazenin satırlarıyla yarışamazdı. Gerçi Puşkin böyle satırlar kurmuş olsaydı Leonora ile tasadüfen bir kaç kere karşılaşmış olsa Leonora onun gözünün bebeğine dimdik bakabilirken, Puşkin onun yüzüne bakabilecek cesareti kendinde bulamazdı neticede yüzyüze iletişimin insanı değildi değil mi?  İstediği kadar eğitimli olsun, istediği kadar milyon kitap okumuş bir şair olsun; anneannemin çok güzel bir lafı vardır: “Okumak cehli giderir insanlık öğretmez”der. Tabi Puşkin’in de daha medeni bir yol izleyip Leonora’nın yanağına bir buse kondurup iki sevgiliye yakışır vedalaşmalarını isterdim. Gerçi söz konusu üslupsa Puşkin yarım elma gönül almadan tam not alır. Eeee kimi var Puşkin gibi kimi var Puşt gibi !!! İşte kitaptan yola çıkarak dedim ki aman be kızım sakın ha!! Sen sen ol insanların yüzüne bakmadan söyleceğin sözcüklerin,hoşçakalların olmasın. Sözleri aklının ucundan bile geçirme ki dil bu belli olmaz pat diye düşer, düştüğü yerde kalır. Sen sözcükler dilinden düştü sanırsın hâlbuki insanlığından bir parça eksilmişsindir olan yine kendine olur. Çünkü kişinin karakteri ve özü ağzından çıkan kelimelerin kalitesi kadardır. Hayatta herşeyin şık olması gerektiğine inananlardanım: "Ruhun,bedenin,kıyafetin,sevmenin,terk edişin,dostluğun ve tabi ki aşkın"...Kelimelerdeki zariflik an gelir başlangıçtır an gelir şimdiki gibi bir son.

NOT: Laf aramızda bugün tüm kadehlerimi Leonora’ya kaldırıyorum…..