Büyüdük be üstat! Hep küçük kalacağımıza söz vermişken üstelik.
Karahindiba çiçeğinin rüzgarla savrulan parçaları gibi evrene karıştık. Göz
açıp kapayana kadar büyüdük üstat!! Kayıplar verecek kadar büyüyorduk! Kendimi,
bundan sonra sevdiğim bir insanı paylaşacağım bir toprağı sularken buldum! Bir
insan ailesinden kayıplar verirken büyüyor! Yaşlı ve hayatı uzun yıllar tatmış
bir insanın kaybı bile ne kadar derin bir hüzün... Halbuki süreç seni alıştırmaya çalışıyor. Yoğun
bakım ünitesine girebilmek için maalesef ruhunuz çocuk kalamaz.. Büyümeniz
lazım... Ne garip bir sürü bembeyaz saçlı yaşlı vardı hepsi makineye bağlı ..
Gözleri kapalı olunca yaşlıları orada ayırt etmek ne zormuş. Gabriel Garcia
Marquez yaşlılığın kendine has bir kokusu olduğundan bahseder. Ne kadar haklıymış
içeride cidden tarifi mümkün olmayan bir yaşlılık parfümü..Doktorlar üç gündür
hiç uyanmadığını söylediler...Üç gün önce gittiğimde makineye bağlı olduğu için
kalem kağıdı işaret etmişti. Son yazdığı kelime titreyen harflerin bağırdığı "ekmek" oldu. Yalnız yaşadığı için
bahçe evindeki kedileri için yazdığını düşündüm. Kedilerini beslediğimi, rahat
olmasını söyledim ve uyudu.. Başucuna geldiğimde bu üç gündür uyuyan yaşlı
güzele baktım. Makine, onun çoktan ebediyete karışmış vücudunu zoraki
yeryüzünde tutma mücadelesindeydi. Orada yatan doksan yaşındaki bir kadın değil
de sanki minicik bir kız çocuğuydu. O an ona bir tek ninni söyledim içimden.
Çünkü film şeridi devreye girmiş ve hayat başa sarmaya başlamıştı. O artık anılarıyla
geriye yolculuk yapıp evrenle vedalaşıyordu. Üç gündür uyanmıyorsa anne şefkatine
ihtiyaç duyuyordur diye düşündüm. Ninni ona huzur verebilirdi.. Büyükanne demek
her zaman yanında olamadığın ama hep yanındaymış gibi sıcaklığını hissettiğin
bir noktaymış. Bunu o hayattayken anlayamamak acı. Hiç evlenmemiş, hiç çocuğu
olmamıştı, ben manevi torunuydum... Öğretmendi.. Koskoca bir bahçede korkusuzca
tek başına yaşardı. Emekli olduktan sonra organik bahçe ürünlerini pazarda
satmaya başlamıştı. Baktığımızda yalnızdı ama hayatımda başka kimsenin cenazesinde
görmediğim bir kalabalık görmüştüm. Ne çok kişiyi okutmuş, ne çok kişiye selam
vermiş, ne çok hikayeye dokunmuş...
Hani imam sorar ya: "Merhumu nasıl
bilirdiniz?" diye. Kalbimden çok damla anı aktı o an. Onu beni omzuna alıp
bahçede gezdirirken hatırladım ilk . Üstü açık bir balkon tuvaleti vardı.
İçeriye bir kaç erikli dalı sarkardı. Kafanızı kaldırsanız ay dedeyle bakışırdınız.
Öyle romantik bir balkon tuvaleti..Ama o böcekler yok mu?? Böceklerden korkmayım diye kapıda bekler,bana
hikayeler anlatırdı . Raynaud hastalığı vardı. Parmakları şiş ve yaraydı. Acı
çekmemek için parmaklarına eskinin metal,
ince, uzun ilaç şişelerini geçirirdi. Tim Burton'ın "Makas Eller" filmini ne
zaman izlesem parmaklarındaki metal kutuları anımsarım. Sohbeti baldan tatlı
yaşlılardandı. Anneannemle bir araya geldiklerinde Hacivat ve Karagöz ikilisi
gibilerdi. Hep espriliydi, argoyu severdi... Bitmek tükenmek bilmeyen sonu
hüzünlü aşk hikayelerimin bilançosunu bana çıkartmıştı: "Bok boku kenefte, orospu orospuyu
kerhanede, altın altını sarrafta bulurmuş ,eee be kızım sen altınken kenefin
etrafında ne geziyorsun?" derdi. En sevdiği hayat derslerinden biri :
Gençlikte am başa bela, güçlükte can başa belaymış". Tabi ki ne kadar
haklı olduğunu onun yaşlarına gelince tecrübe edebilecektim. Kızılırmağın
şırıltısında kurbağaların fiskoslarını dinlediğim, hamakta kitap okurken dut
tırtıkladığım bahçeevinin yaşlı perisiydi. Kaybolmuştu... Evrene karışmıştı. Daha
nicesini anlatamadığım hikayeler bırakmıştı yanımızda... Hep böyle mi
olacaktı... Her geçen yıl birileri kaybolacak ve bizler anı koleksiyonu mu
yapacaktık... Kaç kere bağrımızda kırk mum yanacaktı? Hangi sönen otuz dokuz
mum o sona kalan bir muma imrenmeyecekti? Hanemin en yaşlısıyla
vedalaşmıştım... "İyi bilirdik" kelimesi bir yumrukmuş ki boğazdan
inmeyen.. İmam sorduğunda yutkunamıyorsunuz. "İyi bilirdik" kelimesi gözlerden
akıyordu ... Biri yaklaştı o an yanıma.. Yan bahçeevinden bir komşuymuş...
- "Son haftalarında rahmetli sürekli bana ekmek sorardı"
dedi.
- "Ekmek mi? Ekmek ! Hani şu son anında yazdığı kelime..
Kedileri için mi?" dedim..
- "Yok" dedi... İnsanlar ölmeden önce anlıyorlar
herhalde öleceklerini diye mırıldandı. Son haftalarda hayal aleminde gibiydi. Sürekli
anne ve babasını gördüğünü söylerdi.. Annem ve babama ekmek vermem lazım onlar
yaşlı beslemeliyim onları bana ekmek getirin derdi" dedi.
O an, ona son gün söylediğim ninni geldi aklıma.. Demek son
anda cidden anne ve babasını düşünmüştü. Ninniyi içimden mırıldanarak toprak
anaya emanet ettim onu...