Önce
kanat takıp uçurur, sonra yatak döşek yatırır da bu düşler uyandırır en tatlı
yerinde beni. Sabah daha parlamamış, sokak lambaları karanlıkla veda
dansında. Bir hayalim var kendimi bildim
bileli olmasını dilediğim, arada bir beni terk eden, yolumu kaybettiren, sonra
tekrar yolumu bulduran… Ne zaman yolumu kaybetsem düşümden ayrı düştüğüm.
Cümlelerim karışır anlatmak istediklerim arasında kaybolurum. Kafamın netliği
bulanır. Belki de bazen duygularımla barışık olmadığımdan böyle. Bazen de
yazarken bir el uzanır çıkarmak ister beni bulanıklıktan. İşte yazma ve yaşama
tarzım aynıydı. Ben bir küçük kadınım düşünüp düşümden ayrı kaldığım. Ben bir
küçük kadınım özünde bir şey barındırıp saklayan. Hiç kimse sormazsa sakladığı
şeyin ona ne ifade ettiğini bilen ama biri sorup ona açıklama yapması
gerektiğinde bilemeyen bir küçük kadın.
Bu düşe ulaşana kadar şuanı yaşıyorum. Anlarım merakla ilerliyor
gideceği yere .Bu memlekette bugünler de oldukça zorlansam da normalde insanları
sevmekle başlarım hep güne. Bu muydu acaba beni gündelik ufak tefek
sıkılmalardan kurtaran şey? Hâlbuki sıkılmak ne kolay herkesten, her yerden,
içinde her olan her şeyden. Sıkılan hayatından memnun değilse, hayatında ona
eşlik edenleri kanıksamışsa; o zaman
neden hala seninledir? Modern dünyada
sevgiler ne kadar ironik. Dudaktan kalbe inemeyen,inmekte istemeyen gerçek
duyguları teğet geçmeye mahkum hep eksik hep buruk… Oysaki sevgi kapını çalınca
kalbini talihe rehin bırakırsın. Severek talihi kadere dönüştürmeye çalışırız. Belki
de sevginin bu günlerde hem arzulanır hem de korkulur olmasının nedeni buydu. Bir
kişiye , bir davaya koşulsuz ve
sınırsızca bağlanma fikrinin popülerliğini yitirmesinin sebebi de belki buydu.
Eşit ve özgür olmak isteyen iki birey, sevgilerinin yeşerebileceği ortak zemini
nasıl keşfedebilir? Tek tek sevginin ve
aşkın anlamlarını çıkartıp onları bir kalıba sokma mücadelesindeyiz ona
hükmetmek için. Sevgi neydi sevgi emekti, sevgi carttı,sevgi curttu. Sevginin
bir demet çiçeğe, herkesin elinde olan bir balona indirgenmesi…Romantik
filmlerle önümüze klişeler sunuluyor sevginin tarifi yapılarak sevgi aslında bu
deniliyor. Hayatımda bulunmuş özel bir
adam bana bir gün: “Romantik filmleri izleyip onlara özenmene gerek yok zaten
sen kendin bir aşksın. Kendi sevgi sözcüğünü, bu aşka dair düşlerini, inancını
ve masalını kendin yaratabilirsin” demişti.
Aşk mı konuşuluyor? O zaman beni diğer insanlardan onun gözünde özel
kılan neydi? Bunu bana anlatabiliyor mu? Aşk karşısındakini ilk gördüğü anıyla
ister çünkü öyle sevmiştir. O yüzden sınırlarını zorlamaz, sınırlarıyla sever
onu. Sen onun için “diğerlerinden”
ayrılabilmiş “biri” olabilmiş misin? Yoksa herkesin bildiği kadarını bilen
hayatının rutini misin? Onun neşe kaynağı mısın yoksa sıkıntısı mısın? Hiç
yapmam dediği birşeyi senin için yapabiliyor mu? Seni şaşırtabiliyor mu ? Yok
önce kendin ama değil mi ? Bu devirde önce can sonra patlıcan sonra canan.
Pardon canan da değil neticede canan bağlılık gerektirir. Netice de bizler
takılıyoruz. Birbirlerimize pamuk ipliğiyle bağlanmak daha kolay inceldiği yerden kopartabilme özgürlüğü elimizde.
Bizim sonsuzluğa uzanan üç noktalarımız yok. Bizlerin virgülleri yapmacık,
ünlemlerimiz can yakıcı, soru işaretlerimiz saygısız, parantezlerimizin içi boş.
Aşk,finalin nasıl olacağından asla emin olmadan ve ilk hamlenin ne kadar
tesadüfi ya da kritik olabileceği konusunda sonsuza dek şüphe içinde kalarak bir
hamleden diğerine geçip duruyordu. Adet yerini bulsun diye sorulan soruların
hepsi için uyuyordum ben bugün. Halbukiiiiii
cidden ne yapıyordum ben bugün?? :D
Not:
Yazının bazı cümlelerinde Ümran Temel'in imzası vardır saygılar mademoiselle :)