26 Ocak 2014 Pazar

FİKRİMİN BUDAKLARI ...


Uzun zaman oldu diye biri kulağıma fısıldadı… Bazen özlemek gerek her şeyi… Bende kendimi Gogol’ün paltosuna gizledim. Sartre’ın duvarlarla çevrili zindanlarında kayboldum. Birden kendimi Baudelaire’in şarabından yudumlarken buldum. Kadehteki ruj izimi silmek için cebimden peçete çıkartacaktım ki peçetenin içinden Kafka’nın dönüşen böceği çıktı. Onlarla hoş zaman geçirmedim değil ama her duygu kendi mahallesinden geçmeyi ister. Çünkü odur tanıdık olan, senin bam teline dokunan ya da senin bam teline dokunduğun... Mahalleme ne zaman döneceğimi beklerken İstanbul’dan ikinci el bir kitap siparişi verdim. Anneme reklamcı olduğumu söylemeyin o beni bir genelevde piyanist sanıyor… Kitap çok eski basımlı, isminden de anlaşıldığı gibi reklamcığın genelevde çalışmaktan daha kötü kabul edildiği dönemler. Sayfalarından o eski kitaplara mahsus, bayatlamış vanilyalı kurabiye kokusu çalındı burnuma. İlk sayfayı açmamla daha önce hiç tanışmadığım, muhtemelen şuan çok yaşlı olan, bu kitabın ilk sahibiyle burun buruna geldim. “Bu suskunlukta gece yarısı elimle dokunacak kadar yakınsınız, yıldızların parıltısında görebiliyorum. Sende duyuyorsun değil mi satırlarımdaki sesimi… Şubat -1989-Ankara. Hayatımda yeni bir sayfa açılıyor” diye yazmış kitabın ilk sahibi.
Bu satırları okuduğumda çok şaşırdım. Çünkü gerçekten onu duymuştum ve belki de onun bu satırları yazdığı yaştaydım şuan. Kitabı İstanbul’dan sipariş etmiştim. Buna rağmen o kadar insanın ve kitabın içerisinde bana denk gelen Ankara yazılı bir kitap olması ve daha ilginci doğum tarihimin 1989 oluşu. Benim içinde hayatımda yeni bir sayfaydı. Ben dünyaya yeni gözlerimi açarken belki bu kitabın ilk sahibi, derin acılar yaşamış, hayatının belli dönemini geride bırakmak adına yaşamına ‘yeniden başlat’ komutunu vermişti. Ne garip tesadüf! Bu tesadüf hayatımdaki diğer tesadüfleri düşünmeme sebep oldu. Bir iz gibi hayatımda taşıyordum onları.Daha dört yaşımda ailemle Erdek’te yaz tatilindeydim.Hayatımın net hatırladığım ilk tatili.Sabahın erken saatlerinde kamp yerinde bir hareketlilik bir bağırışma sesi duyduk.Dışarı çıktığımızda yaşlı bir kadının denizde geceden beri kayıp olduğu söyleniyordu. Yaşlı, emekli öğretmen teyze, gençken yüzme madalyaları olduğuna güvenerek denizin dalgalı oluşunu önemsememiş ve sırt üstü denizde uzanmıştı. Gözünü açtığında kıyıyı göremeyecek kadar dalgalar onu uzaklaştırmıştı. İyi seviyede yüzme bilmesinden dolayı panik yapmadan sırt üstü yatmaya devam etti ta ki karşı kıyıya yaklaşıncaya kadar. Kıyıya çıktıktan sonra bir balıkçı kulübesinin kapısını çalmıştı. Sabah serinliğinde ıslanmış teyzeyi karşılarında görünce şaşıran balıkçı aile ona sıcak giysiler vermişti ve sabahın erken saatlerinde balıkçı teknesi yaşlı teyzeyi kampa geri getirmişti. Bu emekli öğretmen, yaşlı teyze Selda Bağcan’ın annesiydi. Daha dört yaşında dünyaya dair algılarımın yeni oturmaya başladığı bu dönemde Selda Bağcan’ı tanımıyordum ama annesinin başına gelen olay ve onun yaşına rağmen kendine duyduğu özgüven benim çok dikkatimi çekmişti. Bununla başlayan serüvenim anaokulunda da devam etti. Annemin öğretmen arkadaşları arasında geçen çocukluğum, öğretmen arkadaşı olan Ahmet Telli’nin şiirleriyle demlendi.
Daha buna benzer birçok anımı düşünürken bir yandan elimdeki kitabı büyük bir merakla okumaya başladım. Bir tür mesleki seyahatnameydi. Cümleleriyse çok derin izler bıraktı. “Doğum yeri insanı etkiler. Fransa’nın en İtalyan şehirlerinden biri olan Perpignan’ın erdemi ve şirreti bana miras kaldı. Babam seyahati din gibi, annemde dini seyahat gibi benimsemişti. Sonuç olarak ben bir dünya yurttaşının ve Tanrı’nın yurttaşının çocuğuyum. Bundan daha iyi ebeveyn mi olur? Irsiyetinse bir tek kötü yanı vardı, insanın kendi doğumunu başarması için ırsiyetini öldürmesi gerekir. Irsiyetimden sıyrılıp kendimi keşfetmek için yola çıktım…”  diyordu yazar. Ailemden uzak kaldığım okumak için çıktığım beş yıllık yolculuk bana bu cümlenin sağlamasını yaptırmıştı. Irsiyetimin haricindeki bir Deniz keşfetme olanağım olmuştu. Belki o yüzden bu beş yılın sonunda ailemin yanına dönmek çok zorlamamıştı çünkü eksik tarafımı bulup dönmüştüm.
Sonra düşündüm kader hokkasından dökülen mürekkebin gözyaşıydı her bir tesadüf. Kimi sevinç kimi keder ama bu gözyaşlarıydı düşüncelerimi kâğıtlara anlatmamı sağlayan.  O yüzden karşıma çıkan her insandan, her kitaptan, her cümleden etkilenirim.  Bu tesadüfleri düşününce dedim ki mahallemin yolunu hatırladım. O zaman iki satır karalayım da vuslatımız başka bahara kalmasın.
NOT: 1989 yılında kitabımın içindeki o güzel notu yazan Suat Çekmeci her şeye yeniden başlamak adına açtığın bu yeni sayfada umarım hayat sana iyi davranmıştır ve Fevziye Bağcan çıktığın sonsuzluk yolculuğunda huzurlu uykular dilerim…
2014 - Ankara’dan ve Deniz’den Sevgiler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder