Farklı bireyleriz ama hepimiz aynı
yollardan geçerek büyümüyor muyuz?… Dizlerimizi açsak hepimizinkinde benzer
yaraların gül kurusu renkli izlerini bulamaz mıyız? Aynı duyguların
eşiklerinden adım adım ilerliyoruz. Belki de bu yüzden izlediğin bir filmin karesi
ya da dinlediğin bir müziğin sözleri tıpkı seni anlatıyormuş gibi gelir. Dersin
ki aynı ben !! Hâlbuki o acıyı yaşarken, sanki sadece dünyada bunu hisseden bir
tek senmişsin gibi gelir. Ancak tanıdık bir replik ya da tanıdık bir görüntü
sana dünyada yalnız olmadığını anımsatır. En son ki yolculuğum bana çok derin
anlamlar kattı. Meselelerin içindeyken düştüğüm durumu tam net idrak edemediğim
zamanlardan geçtim. İnsanın kendisini görebilmesi için çerçeveden uzaklaşıp
kendisine geriden bakması gerekiyormuş. Bir baskı çemberinin içindeymişim gibi
bir süredir. Her kafadan bin ses senin kalbinde tek yol. Karıştıkça
karışıyorsun. Beni kendime getirecek hayat dersini beş yaşındaki bir çocuktan
almak ne kadar şaşılası. Bundan tam olarak dört ay önceydi… Beş yaşındaki
kuzenimle oturuyordum : “Çınar biliyor musun çok üzgün hissediyorum şuan”
dedim. O da : “ Neden” dedi? Dedim ki : “Çünkü hayatımda hatalı bir seçim
yaptım ve başlı başına yanlıştı. Keşke beni anlayabilsen” derken; O da :
“Olsun sorun değil mesela ben bazen legolarımı yanlış diziyorum sonra yanlış bir oyuncak oluyor. Sonra hepsini bozuyorum ve yeniden en doğrusunu yapana kadar tekrar
tekrar diziyorum” dedi. Ablasının kulağına fısıldayan haklı bir baloncuktu
kendisi.
Gel zaman git zaman usulca ilerledi; kovaladığı şimdiydi. Yine, yeni,
yeniden mi derken Karadeniz’in bir yaylasında dağın tepesinde bir kulübeden
aşağıya doğru inen iki kişi fark ettim. Kol kola girip aşağıya inmeye çalışan
yaşlı çifti gözüm seçebildiğinde; en değerli şeyin, bir ömrü sırtlayabileceğin
eli korkmadan tutabilmek olduğunu gördüm. Daha başlamadan bitişi düşünmek ne
caniceymiş . Tam o anda dank etti. İsterim dedim doksanıma geldiğimde, yirmili
yaşlarda elimi bir ömür tutmaya evet diyen aynı adamla yılları almayı. Herhalde
sıkça biten evlilikler beni ürküttüğü için ilerde evlenirsem her an biterse
diye korkumdan, kendimi Ey Tanrım bana üç tane üçte yetmez beş tane…, gideni
sallarım gelene hoş geldin der geçerim diye şartlıyordum. Aslında küçük birer
çocuğuz yaralanmaktan korkan, karşıdakinin biz hiç söylemeden ruhumuzu
anlamasını dilediğimiz, kalpte varsa bir duman yaralarımıza üflenmesini
umduğumuz… Birine bağlanmaktan nereye kadar kaçabiliriz? Zıpır ruhumuzun birine
değer vermeye, birinden değer görmeye ihtiyacı vardı. Yaşlı teyzeyle konuşmaya
başlayınca : “Ah be kizum en kolay şey soğan ekmek, o bile çiğnenmeden
yutulmuyor daaa!! Ele karişinca karnin ambar olacak, neticede bir ömür için he
dersin demesine ama girmesi han kapısı çıkması can kapısıdır” derken tüm hayat
felsefemi etkiledi . Neden hayatta çabuk pes edeyim ki !! Hiç tanımadığın
yepyeni bir insanla bir ömür... Evet çok ürkütücü, garantisi de yok ama yine de
iki kişinin, hayatın iyisini, acısını, cefasını, sefasını birbiriyle paylaşmasını
düşünmek varken, amaaan gittiği yere kadar gider gitmedi mi ilerde ayrılırım. Yeni
insan bol, vur patlasın çal oynasın, kasımpaşa baş aşağı herkes bir tarafımdan
aşağı der geçerim diye ne kadar yanlış düşünüyormuşum. Elimde parçalarını
nereye yerleştireceğimi bilmediğim lego parçalarım var artık. Birkaç sefer
ortaya yanlış oyuncak çıktı diye pes edecek ruh yokmuş meğerse bende… Güzel
ruhlu adamların hala var olabileceğini düşünmesi beleş…Uzun zamandır kafamın
içi İsveç Norveç Danimarka Belçika Belçika Hollanda,Akdeniz,Kardeniz,
Marmara,Türkiye’nin başkenti Ankaraydı… Şimdiyse kafamın içi cam gibi net üstü
net.
NOT: Basit yaşamaya, cömertçe sevmeye, yürekten düşünmeye ant içilen
yepyeni bir güne kaldıralım mı kadehlerimizi… EE haydi o zaman ÇİN ÇİN!!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder