Aylardır
yokum. Birşey arıyordum. Bu zamana kadar kimsenin,hiçbir uygarlığın hiç bir
yüzyılında keşfedemediği, net tanımını bulamadığı birşey.. Siz diyin aşk ben
diyim sevgi..Kalbinin en mistik noktalarında hep yanan mumlarla dolaşan
kadınlar vardır hayatta. Aşk onlar için bir inançtır. Mumla kendilerini aşka
adarlar. Aşktan yoksun bir duygu olurda yanaşmaya çalışırsa çeperlerine, yürek
tapınağına saygısızca tükürülmüş kadar vahşileşebilirler. Aşkın haricinde
hiçbir duyguya sığınmazlar aksi bir duygunun çeldiriciliğine kanmazlar bile.
Başka bir duygunun yapaylığındansa yalnızlık
onlar için bir lavanta bahçesidir sonu kendi özlerine çıkan. Aşk kamil-i kıyas
olmayandır. Turist Ömer'deki
Ruknettin'in vurgulu ses tonundaki
Bedia'dır. Gülen Gözler'deki Fikret'i
mütemadiyen isteyen Vecihi'dir. Sevmek Zamanın'daki
Meral'in resmine umarsızca kapılan Halil'dir. Bu ipek dokunuşlarla seven
insanlarla büyüdük usta. Durum böyle olunca hayattan aşka dair
beklentilerimizde hep ipek dokunuşlarına atıf niteliğindeydi. Bilemedik hiçbir
duygunun hoyrat yüzünü. Hırpalayamadık bize atılan adımları. Hep umduk ne
bulacağımızı bilmeden. Annemin masal diye mırıldandığı "İlham Gencer'in Bak
bir varmış bir yokmuşu ile tanışmıştım aşkla. Nedense annem şarkıyı bir noktada
keserdi. Ben de uzun yıllar şarkıyı bir sabah erkenden iskelede bir genç kıza
rastlayan delikanlının kızla arasındaki aşkını anlatıyor diye biliyordum... Üst
üste aşktan fazla hançer yediğim dönemler bir gün tesadüfen bu şarkıyla tekrar
karşılaştım. Ben şarkı benim bildiğim yerde bitiyor sanırken ikinci kısmıyla o
an tanışmıştım. Kesilen ikinci kısım mutsuz sonla biten bir aşkı gösteriyordu.
Bekleyen kız ama bir türlü gelemeyip yaya kalan adam. Elini çabuk tutup sevdiği
kızı kapan başka bir adam ...Bu şarkıda kim kazanmıştı aşk mı sevgi mi? O an
nedense aklıma Asya geldi.Düşündüm Asya gerçekten ne anlatmak istiyordu bize :"Sevgi
neydi sevgi emek miydi?" Emeğe gidiyordun ama neden hala geriye dönüp aşka
bakıyordun Asya.. Mutlu olabilmiş miydin attığın adımların sonunda..Cemşid'e
güvenmiştin. Aşktan yine kazık yemeye cesaret edemeyecek kadar hem de... O
dakika aşk bir Kızılay simidi gibi canlandı gözümde...Hani özlersin ve o pekmezden kavrulmuş edasına çalan susamlı
simide yumulursun ya işte öyle. Kendini durduramasın ve ivedilikle tüketirsin
onu. Tatmin olmuşsundur ama neticede her güzel şey gibi onun da sonu gelmiştir..
Damağında hoş bir tatla terk etmiştir seni. Aynaya geldiğin an, gülümsediğinde
asıl hasarla karşı karşıya kalırsın. Tüm dişlerinin arası istemsice siyah siyah
susamla dolmuştur ve fırçalamadığın takdirde uzun bir süre gülemezsin ve dahi
ağzını bile açmak istemezsin.. Bir çeşit aksiyon ve reaksiyon yani etki ve tepki
gibiydi. Yirmi altı yaşında en sevdiği çiçek
olan Mor lale'yi bulmuş birisi olarak hayata bakış açım hala salıncakta
sallanıyor gibiydi ama birşey netti: Ne olacaksa geç olsun güç olmasındı. Aşkla
çok karşılaşmıştık da ben sevgiyle yolda karşılaşsam tanımayacak kadar cahildim
be usta? Bir erkek nasıl severdi bir kadını? Bence Ruknettin'in,Vecihi'nin ve Halil'in
aşk hislerinden çok aykırı değildi sevgi.. Ne zaman ayrılmıştı sevgi aşktan...
Kim ayırmıştı onları.. İlla sevginin ortaya çıkabilmesi için aşkın evrim
geçirip ortadan yok mu olması gerekiyordu.Bir arada gitmiyor muydu ? Neydi bizi
yağmuru mu daha çok seviyorsun karı mı daha çok seviyorsun sorusuna iten duygu...
Hangisi aşktı hangisi sevgi, seni iliklerine kadar ıslatıp içini toprak
kokusuyla ferahlatan mı yoksa bembeyaz yumuşaklığıyla kışın bile içini
ılıklaştıran pamuk taneleri mi? Ya da hiç yapmam dediğin şeyleri yapmak... Biri
için çabalamak..Kaçırmamak hep yanında tutmak.. İşte böyle usta yine çok karışıktı evren...Tek tesellimiz
sıradan olmamaktı... Hiçbir duyguyu sıradan yaşamamaktı. Alabildiğince düşlemek
en baştan beri ben değil biz olmaktı ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder