16 Ağustos 2013 Cuma

KRAL DANS EDİYOR !!!



Gözlerimizi bir anlığına kapattık ve açtığımızda kendimizi sanatın ve edebiyatın moda olduğu, XVII. Yüzyılın Paris’inde ,ışıltılı bir yüzyılın küçük hikayesinde,uzak bir zamanın yakın öyküsünde bulduk.Kabarık balo kıyafetimizi giyindik.Maskelerimizi ve perukalarımızı taktık.Nereye mi davetliyiz?Güneş kralın yaşadığı Versailles sarayında bir maskeli baloya. Doğuştan gelen soylulardan değiliz,soyluluğu bir günlüğüne seçerek  ve inanarak benimsedik. Yetkileri sınırsız bir kral,ruhban sınıf ve esnaf takımının arasına katılmaya gidiyoruz. Bu ahenk ve dış yalınlık ,karmaşık bir sosyal gerçeği, birbirine karışmış sosyal ilişkilerden bir yumağı gizliyordu.Gösterişli kıyafetlerimizin içinde, çıplak ayaklarımızla o muhteşem saraya giderken sokaklarda bacasız ve penceresiz ahşap kulübelerde yaşayan köylüler gördük.Genellikle penceresizdi bu evler çünkü pencerelerde vergiye tabiydi.Yürümeye devam ettik  yüksek soyluların abartılı ve görkemli yaşamlarına,harcanan muazzam paralara,erkeklerin abartılı makyajlarına tanık olduk.Barok döneminin en görkemli sarayına adımımızı attık.Salona girmeden bizi takdim ettiler.İçeride bizi kral XIV. Louis bekliyordu. Ne kral ama !! En uzun saltanat, uzun bir ömür, en güzel saray, sonsuz savaşlar, inanılmaz ihtişamlı bir yaşam , cömert bir kraliyet sarayı, kültür ve sanat hamisi ve bir amblem.Güneş…Olağanüstü yaşamı olan ve hayatı boyunca “Güneş Kral” diye anılan  dans eden bir kral.

Güneş Kral’ın hedefi,kendinden önceki kurulu düzenin kırılan gücü üzerinde teatral bir ihtişamla mutlak monarşiyi sağlamlaştırmaktı. “Teatral ihtişam” sözü lafın gelişi değil, Louis gösterişi de tiyatroyu da aslını isterseniz sanatın her dalını seviyordu.Düşünsenize o bir kral  ve onu bir tiyatro sahnesinde Güneş Tanrısı Apollon olarak ya da bale yaparken görebilirsiniz.Zaten bu lakabı da sahnedeki performansından gelmekteydi.Gözü kökenine uygun olarak güneş gibiydi.Kardinal ve yanındaki insanların yasaklama ve karşı çıkma isteklerine rağmen tüm sanatçıları,güzel görünüşünün ve kendi iktidar halesinin içine alarak korudu.Sanatçılarına sınırsız yetki verdi.Onları din adamlarının kısıtlayıcı, var olmayan hayal güçlerinden  sakındı. Bu özgür bırakılan irade sayesinde o çok değerli Molière tiyatro eserlerini,Jean Baptiste Lully bestelerini,Ronsard ve La Fontaine elmas sözcüklerini edebiyata dönüştürüp üretim yapabildiler.Müzisyenler eserlerinde insanlığın acısından vaaz veren  sihirbazlardı.Güneş kral müziğin bu etkisini iktidarını kuvvetlendirmek için kullandı.Düşüncelerini yansıtan müzikler yapılmasını isteyerek bu bestelerle dans etti.Dans eden kendisi değil devletin geleceğine dair kurduğu idealleriydi.İnsan ölçeğinde müzikle, devlet denilen şeyin kendisi olduğunu halkına dansla gösterdi. Kadim kültürlere duyduğu hayranlıkla, İtalyan sanatının hegemonyası altında olan operayı Fransız kültüründe geliştirmesi için J.B. Lully’e sonsuz yetkiler sundu.

Yaşadığı yer kürede hiç arkadaşının olmadığını iddia etmesine karşın her anında Lully’nin besteleriyle nefes almasının,ona ayrıcalıklar tanımasının bir sebebi olmalıydı.Sarayda büyük hayranlıkla gezinirken Dünya’daki tek Türk Marşının Mozart tarafından bestelendiğini düşünüyorduk.Birden karşımıza Molière çıktı.Molière tiyatro eserlerinin çok kuru olduğuna bunu renklendirmek için sahnelerin içinin müzikle doldurulması gerektiğini düşünüyordu ve Jean Baptiste Lully’den Kibarlık Budalası oyunu için beste yapmasını istedi.Oyunda Mösyö Jourdain doğuştan soyluların arasına katılmak istiyor ve bunun için de kızı Lucile’in iyi statüde biriyle evlenmesi gerekiyordu.Lucile ise fakir birine aşıktır ,onunla evlenebilmesi için onu babasına Türk Padişahı’nın oğlu diye tanıtır…Bu sahne için J.B. Lully bir Türk Marşı besteler.Böylece ilk Türk marşını bestelemiş olur Mozart’tan bile önce.Dinleyince kulaklarımıza inanamadık.Bizler bu sahneyi izlerken ve besteyi dinlerken ince bir mizahın arkasına gizlenmeye çalışılmış bir Türk hayranlığı da sezmedik değil.

Bugün dans eden güneş kralın sarayına misafirdik ama gözlerimizi bir anlığına kapatıp Dünya’nın neresine gidersek gidelim göreceğimiz manzara pekte farklı olmayacaktır. Neticede  kültürümüzün derin etkilerini diğer kültürlerde,onların sanat eserlerinde,onların insanlarında ve korkularında görmek mümkün.Bunu görmek için düşlerimizi amansız yolculuklarla boyamaya geliyorum…

Not: Aşağıda paylaştığım birkaç videoyla Molière'in Kibarlık Budalası tiyatro oyununa bilet alarak Jean Baptiste Lully'nin Türk Marşını dinleyebilir oradan üç boyutlu bir şekilde Versailles sarayında bir gezintiye çıkabilir kim bilir belki de  XIV.. Louis ile karşılaşabilirsiniz.O zaman sizlere iyi yolculuklar dilerim.....


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder