11 Temmuz 2013 Perşembe

BİR DELİ KUYUYA BİR TAŞ ATMIŞ ...



Her tasarımın bir tasarımcısı vardır.Her düşüncenin bir düşüneni,her inancın bir inananı vardır ve inandığımız şeyler biz onlara inanmaya devam ettiğimizde varlıklarını güçlenerek sürdürebilirler . Aksi halde buharlaşırlar ve yok olmaya mahkum edilmiş olurlar.Birçoğumuz batıl inançlar dediğimiz “ kalıplaşmış,kişisel ya da toplumlara ait korkulara” sahiptir.Fakat batıl inançlar,kiminde baskın kiminde gizil halde bulunmaktadır.Bu kişiden kişiye göre değişir.Her ülkede farklı isimlendirilmelerine rağmen batıl inançlar, aşk gibi evrenseldir.Öyle ya da böyle hayatımızın bir parçasını oluşturuyor bu saçma düşünceler. Korkular sonradan edinilir ve içselleştirilir. İnanmak kavramı da korkularımızdan kaçarak sığındığımız bir limana dönüşür.Bu liman kimi için Tanrı,kimi için Buda,kimi için ateş,kimi için güneş,kimi için aydır…Kimisi de batıl inançların gölgesine sığınarak bu korkularından arınmayı temin eder.
Bazı kişilere göre batıl inançların özünde yatan; topluma, bireylere bazı bilinmesi gereken şeyleri öğretmeyi korkutarak sağlamaktır. Hıristiyanlıkta olan siyah kedi, süpürge, 13. Cuma gibi batıl inançlar Avrupa’nın paganizmi unutturma çabalarından kaynaklanmaktadır.İki ayaklı merdiven açıkken bir üçgen oluşturur. Altından geçmek bazı Hıristiyanlarca kutsal üçlemenin bozulmasına neden olduğuna inanılır. Kutsal üçleme kırılarak şeytanla bir anlaşma içerisine girildiği söylenir ve kötü şans getirir. Antik Mısır’da ise Tanrıça Bast siyah bir kedi olarak tasvir edilirdi. Hıristiyanlarca diğer dinleri çağrıştıran her türlü obje kötü şans getirirdi ve dinlerine karşı çıkardı.Siyah kedi de dinlerine zarar verecek tanrıyla aralarına girecek bir objeydi. Hatta Engizisyon Mahkemeleri zamanında kedileri olan kadınlar bir dönem cadılıkla suçlanıp cezalandırılmıştı Peki neden batıl inançların hayatımıza bu kadar hükmetmesine göz yumuyoruz? Bilincimizin derinliklerindeki asıl gerçek nedir? Belki de korkuttuğumuz anlar başımıza geldiğinde bir sembolün üzerine bunu yıkarak benliğimizi savunuyoruzdur. Düşünsenize yerdeki dört yapraklı yoncayı görüp kendini temize çıkartmak varken bir insan neden kendine şansızım desin. Günü berbat geçen bir insan günün erken saatinde karşılaştığı siyah kediciği suçlamak dururken neden suçu kendinde arayıp streslenip depresyon eşiğine gelsin?Geleceğindeki tüm uğursuzluklara bir bahane bulmuşken neden aynayı kendi sakarlığımla kırdım desin?Bazen bencilliğimizden başkalarını suçlamak daha kolayımıza geliyor  ya da bir şeye sığınmak, bize kendimizi sevmek için bir sebep yaratıyor. Yıllardır süregelen tüm dünyanın kabullendiği bu inanışların nedenlerini açıklamak zor. Ama illa açıklamak istiyorum diyorsanız atalarımız işin içinden çıkmak için bir söz dünyaya getirmiş : “Bir deli kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış. Kimi insanlar zamanında öyle hurafeler ortaya atmış ki, bunu akıllı insanlar bir araya gelse ne yorumlayabilmiş, ne de çözebilmişler.
Bakın hayatta suçlayacağınız ya da üzerine anlamlar yüklemek isteyeceğiniz bir şey kalmadıysa gelin yeni simgeler seçelim. Senelerdir kedi karalığından, ayna kırıklığından,merdiven merdivenliğinden bıktı.Duyduğuma göre kendilerine yeni varisler arıyorlarmış…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder