Her tasarımın bir tasarımcısı vardır.Her düşüncenin
bir düşüneni,her inancın bir inananı vardır ve inandığımız şeyler biz onlara inanmaya
devam ettiğimizde varlıklarını güçlenerek sürdürebilirler . Aksi halde
buharlaşırlar ve yok olmaya mahkum edilmiş olurlar.Birçoğumuz batıl
inançlar dediğimiz “ kalıplaşmış,kişisel ya da toplumlara ait korkulara”
sahiptir.Fakat batıl inançlar,kiminde baskın kiminde gizil halde bulunmaktadır.Bu
kişiden kişiye göre değişir.Her ülkede farklı isimlendirilmelerine rağmen batıl
inançlar, aşk gibi evrenseldir.Öyle ya da böyle hayatımızın bir parçasını
oluşturuyor bu saçma düşünceler. Korkular sonradan edinilir ve içselleştirilir.
İnanmak kavramı da korkularımızdan kaçarak sığındığımız bir limana dönüşür.Bu
liman kimi için Tanrı,kimi için Buda,kimi için ateş,kimi için güneş,kimi için
aydır…Kimisi de batıl inançların gölgesine sığınarak bu korkularından arınmayı
temin eder.
Bazı kişilere göre batıl
inançların özünde yatan; topluma, bireylere bazı bilinmesi gereken şeyleri
öğretmeyi korkutarak sağlamaktır. Hıristiyanlıkta olan siyah kedi, süpürge, 13.
Cuma gibi batıl inançlar Avrupa’nın paganizmi unutturma çabalarından kaynaklanmaktadır.İki
ayaklı merdiven açıkken bir üçgen oluşturur. Altından geçmek bazı Hıristiyanlarca
kutsal üçlemenin bozulmasına neden olduğuna inanılır. Kutsal üçleme kırılarak
şeytanla bir anlaşma içerisine girildiği söylenir ve kötü şans getirir. Antik
Mısır’da ise Tanrıça Bast siyah bir kedi olarak tasvir edilirdi.
Hıristiyanlarca diğer dinleri çağrıştıran her türlü obje kötü şans getirirdi ve
dinlerine karşı çıkardı.Siyah kedi de dinlerine zarar verecek tanrıyla
aralarına girecek bir objeydi. Hatta Engizisyon Mahkemeleri zamanında kedileri
olan kadınlar bir dönem cadılıkla suçlanıp cezalandırılmıştı Peki neden batıl
inançların hayatımıza bu kadar hükmetmesine göz yumuyoruz? Bilincimizin
derinliklerindeki asıl gerçek nedir? Belki de korkuttuğumuz anlar başımıza
geldiğinde bir sembolün üzerine bunu yıkarak benliğimizi savunuyoruzdur. Düşünsenize
yerdeki dört yapraklı yoncayı görüp kendini temize çıkartmak varken bir insan
neden kendine şansızım desin. Günü berbat geçen bir insan günün erken saatinde
karşılaştığı siyah kediciği suçlamak dururken neden suçu kendinde arayıp streslenip
depresyon eşiğine gelsin?Geleceğindeki tüm uğursuzluklara bir bahane bulmuşken
neden aynayı kendi sakarlığımla kırdım desin?Bazen bencilliğimizden başkalarını
suçlamak daha kolayımıza geliyor ya da bir
şeye sığınmak, bize kendimizi sevmek için bir sebep yaratıyor. Yıllardır
süregelen tüm dünyanın kabullendiği bu inanışların nedenlerini açıklamak zor. Ama
illa açıklamak istiyorum diyorsanız atalarımız işin içinden çıkmak için bir söz
dünyaya getirmiş : “Bir deli kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış.
Kimi insanlar zamanında öyle hurafeler ortaya atmış ki, bunu akıllı insanlar bir
araya gelse ne yorumlayabilmiş, ne de çözebilmişler.
Bakın hayatta suçlayacağınız ya
da üzerine anlamlar yüklemek isteyeceğiniz bir şey kalmadıysa gelin yeni
simgeler seçelim. Senelerdir kedi karalığından, ayna kırıklığından,merdiven
merdivenliğinden bıktı.Duyduğuma göre kendilerine yeni varisler arıyorlarmış…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder