Düşüncelerim her yaş değişiyor.Hızına ben bile yetişemiyorum.Yaş denen şeyin üç harf kadar kısa sürmesine rağmen ne kadar ağır anlamlar taşıdığını artık yavaş yavaş anlamaya başladım.Onluk sistemi terk edip yirmili yaşımın kapısını aşındırdığım dönemim.Aslında ne çok şey bekliyorum hayattan. Hep ben bekliyorum aslında; benim hayata sunduğum pek de bir şey yok.Adil miyim??Hiç de değil.Her şeyden az biraz öğreneyim;bilgime bilgi katayım, okuyayım ama unutayım ,öğreneyim sonra sileyim, göreyim duymayım,duyduğumu bilmeyim dönemindeyim.Her şeyi biliyorum;ben en bilgeyim; başkalarından bana ne? Hep bana hep bana.Yani ergenlik dönemini atlatmanın rahatlığını sürdüren ben.Daha mühim işlerle uğraşmaktaydım.Kendime bir karakter seçmeye koyulmuştum.Aslını isterseniz bu tam da pazardan domates seçmeye benziyordu.Bir sürü iyi ve bana mantıklı gözüken huyları sepete atıp geri kalan çürük çarık buruşuk olan huyları almıyordum.Bazen arada ezkaza sepete gelmiş olanları da sonradan fark edip derhal yok ediyordum.Her şeyi sineye çek Pollyanna ol,bu tarz bana uygun değildi son kullanma tarihi çoktan geçmişti.Bir elimde ayna bir elimde cımbız,umurumda mı dünya anlayışını da beğenmedim.Fazla bohem geldi kulağıma.Gül gez ,eğlen dinlen, çalış çabala bunu harmanlayan bir kokteyl hazırlanmalı ayarı zor ama tutturunca da bak keyfine!
Neden kendimize ait hislerimizi doğal; bizdenmiş gibi yaşayamıyoruz
ki.Hep bir korku hep bir düşünce daha gece yatmadan ertesi güne uzanan planlar programlar.Karamsarlığı
başından savmak isteyen psikologların uydurduğu depresyon.Halbuki karamsarlıkta
insanın özünün en temel parçalarından biri; tıpkı ölüm gibi.Her zaman sevinç
dolu olamazsın her zaman karamsarda.Neden biri her gün sevinçliyken bunun bir
psikolojik bir sorun olduğu düşünülmez ki?Tasavvufla post modern edebiyat
arasında sıkışıp kaldım.Okuduğum her şeyi sevip her şeyi bir o kadar
beğenmiyorum.Sanatın tanımını ararken; bir yandan da tanımını bilmediğim bir
şey üzerinde uğraş veriyorum.Gerçek dünyanın bir parçası olan ben; hep yaptığım
gibi, kendi düşler ülkemde yaşama hayaliyle yoluma devam ediyorum.Perilerin var
olmadığı bir dünyada peri tozuna inanıyorum.O hep güvendiğim mantığımın zamanla
kalbimi taşlaştıracağını fark ediyorum.Hem bir eser yaratabilecek kadar
güçlüyüm.Ama yarattığı esere Pygmalion gibi aşık olacak kadar da zayıf.Elbette
kendini bulmak adına; uzun yollar katedip, sonra yine başladığı yere döndüğünde
anca kendini bulabilen bir simyacı da değilim.Belki bu uğurda yola çıkmış
insanların, ara da bir dinlendikleri kervansarayda ,onları izleyen bir
hancıyım.Belki ağlayan, kimsesiz insanlara iki yudum şarapta eşlik eden bir
meyhaneciyim.Belki bir kumarhanede, tüm parasının gidişine üzülen birini
teselli eden bir tefeciyim.Belki var olanların yok olmasını seven insanları
şaşırtan bir hokkabazım.Kafasını kaldırıp, gökkuşağına bakmadan rengini arayan
bir entelim.Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun düşüncelerini kendime uyarlayarak
:"En az iki dil bilen ve en az iki dilde ana avrat dümdüz gidebilen ve en
az iki dilde canımın içi;atın ölümü arpadan olsun demesini bilen; kaçan otobüsü
yakalamaya çalışan bir milletin evladıyım."
Ben hakikaten ne şuyum ne buyum.Ne garbım ne şark; ne cenubum ne
şimal.Mevlana’nın dediği gibi: " Hem o sırlarım ben; hem o sırları
saklayan;kımıldamadan duranda benim,yürüyüp gidende ben.Ben bir denizim.Kendi
varlığı içinde taşan,uçsuz bucaksız alabildiğine geniş,kıyısız hür bir
deniz".Yani ben acısıyla tatlısıyla; eski ama yenisiyle koskoca bardakta
likörlü bir yirmi üç yaşım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder