25 Temmuz 2013 Perşembe

EVRİLE...DEVRİLE... ∞



Dünya’ya gönderildik,masumduk,tek bildiğimiz kir oyun oynarken sıçrayan çamurlardı,banyo yapardık o da kolayca geçerdi,kurtulurduk hepsinden,boyumuz uzadıkça aklımızda yol aldı,nefes alarak büyüdük,hayatımıza bizim haricimizde insanlar dahil olmaya başladı.Kimi için biz çamur olduk , kimi bize çamur oldu,değiştik… Halbuki her şey Darwin’in evrim teorisiyle başlamıştı.  Günler,aylar,yıllar içerisinde maymundan az hallice bir hal almaya başladık.Hem duyular dünyasına hem düşünülür dünyaya ait olduk.Böylece yaşamın ilk ruhsal fenomeni olduk.Aklımızda bir şeyler şekillenmeye başladı,hayalleme mekanizmamız süratle haykırmak istedi.Dillendiremedik,başta böğürdük ama yine de anlaşabildik.Ateşler yaktık yüreklerimizi ısıtmak için,dans ettik ruhumuzu özgür bırakmak adına.Biraz modernleşelim istedik duvarlara resimler çizerek dertleşmeye ve ölümsüzleşmeye çalıştık.Sonra toplu yaşayamadık illa ayrımcılık yapmamız gerekti.Rengimizi,gözümüzü,dilimizdeki ifade biçimlerimizin farklılığını öne sürdük gruplaştık.Descartes’in tabiriyle düşünüyoruz o halde varız olduk.Kan ve ter dökerek kara parçalarını adlandırdık,bizi ifade ettiğini düşündüğümüz renklerle temsil ettirdik bu kara parçalarını.Bundan da memnun kalamadık.Savaşmayalım sevişelim dedik.Çoğaldık …

Güvenmek istedik birbirimize.Orta Asya’da savaşın ok ve yayla yapıldığı dönemlerde,Türk savaşçılar sırtlarını güvende olacakları taşlara yaslayarak savaşırlarmış.Bu yüzdendir ki dost kavramı sırtını güvenle yaslayabileceğin arka taş anlamından gelen "arkadaş" kelimesini dünyaya getirmişti.Bizde sırtımızı yaslayabileceğimiz arkataşlarımız olsun istedik ama sınıfta kaldık.Netice de Charles Bukowski’nin de tabiriyle ağzından bal damlayan arının bile kıçında iğnesi vardı ne güveninden bahsediyorduk biz?O zaman içimizi bir bencillik duygusu kapladı esasında hepimiz yalnızdık bu hayatta.Bunu en çok acı çekerken anladık.Bireysel isteklerimiz çığ gibi büyüdü egomuzdan gözümüz kimseyi göremez oldu.Kendimiz haricindeki herkese biraz Diyojenleşelim  gölge etme başka ihsan istemem dedik.Hepimiz bir trilyon hücreden oluşuyorduk ama hiçbirimiz aynı değildik. Her şeye bahane bulmaya başladık.Güneşi gördükten sonra ayı sevemez olduk.Bencilliğimiz yürürken kendi gölgemize bakmaktan gökyüzünün ve yeryüzünün rengini unutturdu.Halbuki hepimiz benzer kaderleri paylaşıyorduk.Mavi bir gökyüzü, kahverengi bir toprak arasında mekik dokuyor, voltalar atıyorduk.Ne başka bir gezegene gidebiliyorduk ne de kaldığımızdan zevk alabiliyorduk.Neydik, ne olmuştuk ve daha da önemlisi ne olacaktık?

Akla sahiptik ama sahip olduğumuz bu akılla düşündüklerimizi edimselleştirememe potansiyeline sahip tek varlıkta yine bizdik. Dünyayı ikna edebilmek için bilincimiz vejetaryenlik istiyordu ama bilinçdışımız bir parça et için çıldırıyordu.Peki biz insanlar ne istiyorduk? Yani anlayacağınız düşünme özelliğine sahip olmamız da bizi hayvansal yanlarımızdan kurtarmaya yetmedi biraz yonttu ama yeni bir şaheser yaratamadı. Georges Perec bir kitabında insan olmaktan işte böyle şikayetçi olmuştu : “ Keşke insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi; keşke hayvanlar âleminden çıkıp aşılan o birkaç gülünç adımın bedeli, sözcüklerin, büyük tasarıların, büyük atılımların o dinmek bilmeyen hazımsızlığı olmasaydı! Karşı karşıya getirilebilen başparmaklara, iki ayaküstünde duruşa, omuzlar üzerinde başın yarım dönüşüne fazla ağır bir bedel bu.”

                Dünya kendi etrafında dönüyordu.Oluştuğu ilk yedi günde sahip olduklarıyla o çok mutluydu; ta ki biz gelip düzenini bozana kadar.Eğer Darwin'in dediği gibi bir evrim çizelgesinden geçtiysek belki de hiç evrimleşmemeliydik.Bize bir şans verselerdi maymun hale dönmeyi kabul eder miydik orası muamma!! Ama bunu en güzel Shakespeare açıklamış: “Dümdüz gitmek korkunç, geri dönmek de utandırıcı.Yani kendimize bir emir verdik ve korku aklımızı başımıza getirdi”…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder