Tüm
dünyaya çocuk gözlerimle bakmaktayım. Küçüğüm ama ayaklarımın üstünde
durabilmeyi öğretiyorlar. İnsanların büyüdükçe nasıl birbirlerinden
uzaklaştığını, uzaklığın kat ettiğin mesafede değil; bazen insanların içinde de
olabileceğini öğreniyorum.Aslında birbirlerini tanımayan insanların birbirine
bakması kadar kolay bir olgu olmamalıydı; ancak akıp giden zamanda koşuşturan
insanların, birbirinden kopması da artık çok doğaldı.Sanki bir şeylerden
korkuyorduk.Birine baktığımızda bizi hemen deşifre etme ihtimali bizi en
ürküten şeydi hayatta.Benliğimizi kaybediyorduk.Hayallerimizde; toplum içinde
toplum yaratıp,inşa ettiğimiz bu yeni toplumda asimile oluyorduk.Bu sosyal
yarayı fark etmek bile onu kabullenmekten daha az acıydı.Annemin
kaybolmayım diye elimden sıkı sıkı tuttuğu masal döneminde değilim.Etrafıma
baktığımda kimse kimseyi tanımıyor; bakmıyor hatta göz göze gelmekten
çekiniyor.İstasyondayım trene binmiş; vagonun beni götüreceği yeri bekliyorum.
İşte
kapıdan pardösülü bir adam girdi.Trendeki yerine oturdu.O kadar mutsuz ki sanki
birilerine anlatmak istediği çığlıkları var.Ama kafasını bile kaldıramadan,
başını önüne eğip boş boş bakıyor.Halbuki kalabalık bir ortamda
bulunuyor.Kendisini yalnız hissetmesi gereken en son yerde, ıssız bir şekilde
durup kalabalığın içindeki yalnızlığı hissediyor.Birden sinirle
kalkıyor.Trenden çıkıyor ama gözlerim hala onu takip etmekte.Adam biraz
ilerliyor. Yerde bir dilenci görüyor.Belki bu dilenciyi birkaç gün önce görse
fark etmeden geçer giderdi ama düşününce aslında tam şuan; yerde dilenen
adamdan hiçbir farkı yoktu.Kimin neye ihtiyacı varsa herkes ona açtı; herkes
ona dilenciydi.Yerdeki adam maddi dilenciydi peki ya kendisi neydi??O da
gerçek,samimi duygulara dilenciydi.Adam yere eğildi trende bakmaya cesaret
edemediği insanlara inat;yerdeki fakirin gözlerine baktı.Ama bu dilencinin
gözleri ona çok tanıdık gelecekti.Çünkü onun gözlerinde kendinin yansımasını
görecekti.İşte trenden başka bir manzara: Dıştan bakıldığında yaşlı bir teyze
yanına oturan genç kızla sohbet ediyor ama dikkatli bakıldığında sohbetle- sade
konuşma arasındaki farkı anlayabiliyorsunuz.Sohbet karşılıklı olmalıydı ama
burada sadece yaşlı teyze konuşuyor hem de sürekli,biraz daha dikkatli
baktığımda genç kızın kulağındaki kulaklığı fark ediyorum.Müzik dinliyor ama
zavallı teyze kendisini dinlediğini sanıp anlatıyor da anlatıyor.Orta yaşlarda
bir bayan kitap okuyor.Aslında bunu yaparak etrafa; ‘‘dışardan gelecek etkilere
kapalıyım’’ imajı çiziyor.Bu yüzden yanında oturanlar ona soru sormaya bile
çekiniyor.İşte şimdi kapıdan bir satıcı girdi.Aslında trende satışın yasak
olduğunu bile bile ürünlerini zabıtalardan korka korka diken üstünde
tanıtıyor.Belki o ürünlerini sunarken trendekilerin tamamı ona saygı
duyup dinliyor ;belkide dinliyormuş gibi bakıp aslında hepsi başka şeyler
düşünüyor.İki sevgili toplulukta olduklarını unutup tartışıyorlar.İçinde şiddet
ve hakaretlere dayalı bir tartışma yaşıyorlar kimse onları ayırmaya niyetli
değil herkes kendi halinde.Çok süslü bir bayan etrafına aldırış
etmeksizin;belki bir istasyon sonra görüşeceği kişi için aynasını çıkartıp
kırmızı rujunu sürüyor.Genç delikanlı;cep telefonu kulağına yapışmış bir
şekilde biriyle konuşuyor.Ses tonunu ayarlayamadığı için yanındaki adamın kötü
bakışlarına maruz kalıyor.Bir anne çocuğunu kucağına almış bir şekilde öyle
dışarıya bakıyor.İşte bir zabıta gözüktü.Satıcı telaşla ürünlerinin yarısını
alıp yarısını orda bırakarak kaçmaya çalışıyor.İçeri giren görevli tek tek
biletlerimizi kontrol ediyor aslında biletlere bakmıyor bile sadece alıp
uç kısmını yırtıp; teyp çalar gibi herkese iyi yolculuklar diyor. Trenimiz
hareket etti sonunda.Tekerlerinden çıkan melodik ses insanı sakinleştiriyor
alıp götürüyor.Tam sakinledik derken bu seferde trendeki tuvalet problem
oluyor.Hasta birinin içerde biraz fazla durması dışarıdaki sırayı çoğaltıyor ve
sabırsız kişiler bu durumdan şikayetçi olup hiç de uygar olmayan davranışlarla
kapıyı yumruklamaya hatta tekmelemeye başlıyorlar.Bütün bunlar olmaya devam
ederken bazıları gerçekten hiç hayatta yaşamıyorlarmış gibi tıpkı ölü balık
gibi etrafa bakıyorlar.İyiyi de kötüyü de dile getirmekten aciz sadece izleyici
kesimdir onlar.
Bunlar
bir trenin sadece bir vagonundan gözlemleyip; şu küçücük hayatıma ilerde
olgunluk katacak duygu dilencisi insan manzaraları.Kafamı pencereden
uzattığımda rayların bazen birbirinden oldukça uzaklaştığını görüyorum sanki
bir daha asla kesişmeyecekler gibi halbuki çok zaman geçmeden o raylar bile
tekrar karşılaşabiliyorlar.Belki sürekli ayrılacaklar ama bir gün mutlaka
tekrar karşılaşacaklar tıpkı birbirinden uzaklaşan insanlar gibi.Bazen
kalabalık topluluğumuzda kendimizi yalnız hissedip kendi içimizde uzaklaşırız
bazen de gerçekten yalnızsındır hiç koşulsuz , hiç mesafesiz.Ama insanların
birbirinden tamamen kopması mümkün değildir.Biz ne kadar asimile olmaya
başlamış olsak dahi bir gün bir ray bizi mutlaka yeniden birleştirecek.Baktığım
zaman bir grup birbirinden farklı ,daha önce hiç tanışmamış insanlar bile kısa
süreliğine yolculuklar için birbirlerine katlanabiliyorlar.Annem bana bunları
ilerde büyüdüğümde daha iyi anlayacağımı söyleyerek gösterdi.Bunları
göstermeseydi ben belki;o kırmızı başlıklı kızın hiç kurtla karşılaşmadan
büyükannesine ulaştığı; Pamuk prensesin cadının getirdiği elmayı asla yemeden
prense kavuştuğu masallar dinleyip onlara inanmak isteyebilirdim.Masal
kahramanları bile sıkıntılarını yalnız başlarına çözüyorlar.Onlarda yalnızlığa
mahkumdular tıpkı Ludwig Van Beethoven’ın sağırlığındaki sessizliğine ve
yalnızlığına son vermek için yarattığı 9.senfonisi gibi.Birden kafamı yukarı
kaldırıyorum ve vagondaki herkesin inerken bana bakıp gülümsediğini görüyorum
demek ki büyükler küçüklere bakmaktan korkmuyorlar.Küçük olmak belki de
yalnızlığa aykırıydı.=)))
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder