4 Temmuz 2013 Perşembe

YALNIZLIĞIN SENFONİSİ




Tüm dünyaya çocuk gözlerimle bakmaktayım. Küçüğüm ama ayaklarımın üstünde durabilmeyi öğretiyorlar. İnsanların büyüdükçe nasıl birbirlerinden uzaklaştığını, uzaklığın kat ettiğin mesafede değil; bazen insanların içinde de olabileceğini öğreniyorum.Aslında birbirlerini tanımayan insanların birbirine bakması kadar kolay bir olgu olmamalıydı; ancak akıp giden zamanda koşuşturan insanların, birbirinden kopması da artık çok doğaldı.Sanki bir şeylerden korkuyorduk.Birine baktığımızda bizi  hemen deşifre etme ihtimali bizi en ürküten şeydi hayatta.Benliğimizi kaybediyorduk.Hayallerimizde; toplum içinde toplum yaratıp,inşa ettiğimiz bu yeni toplumda asimile oluyorduk.Bu sosyal yarayı fark etmek bile  onu kabullenmekten daha az acıydı.Annemin  kaybolmayım diye elimden sıkı sıkı tuttuğu masal döneminde değilim.Etrafıma baktığımda kimse kimseyi tanımıyor; bakmıyor hatta göz göze gelmekten çekiniyor.İstasyondayım trene binmiş; vagonun beni götüreceği yeri bekliyorum.

İşte kapıdan pardösülü bir adam girdi.Trendeki yerine oturdu.O kadar mutsuz ki sanki birilerine anlatmak istediği çığlıkları var.Ama kafasını bile kaldıramadan, başını önüne eğip  boş boş bakıyor.Halbuki kalabalık bir ortamda bulunuyor.Kendisini yalnız hissetmesi gereken en son yerde, ıssız bir şekilde durup kalabalığın içindeki yalnızlığı hissediyor.Birden sinirle kalkıyor.Trenden çıkıyor ama gözlerim hala onu takip etmekte.Adam biraz ilerliyor. Yerde bir dilenci görüyor.Belki bu dilenciyi birkaç gün önce görse fark etmeden geçer giderdi ama düşününce aslında tam şuan; yerde dilenen adamdan hiçbir farkı yoktu.Kimin neye ihtiyacı varsa herkes ona açtı; herkes ona dilenciydi.Yerdeki adam maddi dilenciydi peki ya kendisi neydi??O da gerçek,samimi duygulara dilenciydi.Adam yere eğildi trende bakmaya cesaret edemediği insanlara inat;yerdeki fakirin gözlerine baktı.Ama bu dilencinin gözleri ona çok tanıdık gelecekti.Çünkü onun gözlerinde kendinin yansımasını görecekti.İşte trenden başka bir manzara: Dıştan bakıldığında yaşlı bir teyze yanına oturan genç kızla sohbet ediyor ama dikkatli bakıldığında sohbetle- sade konuşma arasındaki farkı anlayabiliyorsunuz.Sohbet karşılıklı olmalıydı ama burada sadece yaşlı teyze konuşuyor hem de sürekli,biraz daha dikkatli baktığımda genç kızın kulağındaki kulaklığı fark ediyorum.Müzik dinliyor ama zavallı teyze kendisini dinlediğini sanıp anlatıyor da anlatıyor.Orta yaşlarda bir bayan kitap okuyor.Aslında bunu yaparak etrafa; ‘‘dışardan gelecek etkilere kapalıyım’’ imajı çiziyor.Bu yüzden yanında oturanlar ona soru sormaya bile çekiniyor.İşte şimdi kapıdan bir satıcı girdi.Aslında trende satışın yasak olduğunu bile bile  ürünlerini zabıtalardan korka korka diken üstünde tanıtıyor.Belki o  ürünlerini sunarken trendekilerin tamamı ona saygı duyup dinliyor ;belkide dinliyormuş gibi bakıp aslında hepsi başka şeyler düşünüyor.İki sevgili toplulukta olduklarını unutup tartışıyorlar.İçinde şiddet ve hakaretlere dayalı bir tartışma yaşıyorlar kimse onları ayırmaya niyetli değil herkes kendi halinde.Çok süslü bir bayan etrafına aldırış etmeksizin;belki bir istasyon sonra görüşeceği kişi için aynasını çıkartıp kırmızı rujunu sürüyor.Genç delikanlı;cep telefonu kulağına yapışmış bir şekilde biriyle konuşuyor.Ses tonunu ayarlayamadığı için yanındaki adamın kötü bakışlarına maruz kalıyor.Bir anne çocuğunu kucağına almış bir şekilde öyle dışarıya bakıyor.İşte bir zabıta gözüktü.Satıcı telaşla ürünlerinin yarısını alıp yarısını orda bırakarak kaçmaya çalışıyor.İçeri giren görevli tek tek biletlerimizi kontrol ediyor aslında  biletlere bakmıyor bile sadece alıp uç kısmını yırtıp; teyp çalar gibi herkese iyi yolculuklar diyor. Trenimiz hareket etti sonunda.Tekerlerinden çıkan melodik ses insanı sakinleştiriyor alıp götürüyor.Tam sakinledik derken bu seferde trendeki tuvalet problem oluyor.Hasta birinin içerde biraz fazla durması dışarıdaki sırayı çoğaltıyor ve sabırsız kişiler bu durumdan şikayetçi olup hiç de uygar olmayan davranışlarla kapıyı yumruklamaya hatta tekmelemeye başlıyorlar.Bütün bunlar olmaya devam ederken bazıları gerçekten hiç hayatta yaşamıyorlarmış gibi tıpkı ölü balık gibi etrafa bakıyorlar.İyiyi de kötüyü de dile getirmekten aciz sadece izleyici kesimdir onlar.

Bunlar bir trenin sadece bir vagonundan gözlemleyip; şu küçücük hayatıma ilerde olgunluk katacak duygu dilencisi insan manzaraları.Kafamı pencereden uzattığımda rayların bazen birbirinden oldukça uzaklaştığını görüyorum sanki bir daha asla kesişmeyecekler gibi halbuki çok zaman geçmeden o raylar bile tekrar karşılaşabiliyorlar.Belki sürekli ayrılacaklar ama bir gün mutlaka tekrar karşılaşacaklar tıpkı birbirinden uzaklaşan insanlar gibi.Bazen kalabalık topluluğumuzda kendimizi yalnız hissedip kendi içimizde uzaklaşırız bazen de gerçekten yalnızsındır hiç koşulsuz , hiç mesafesiz.Ama insanların birbirinden tamamen kopması mümkün değildir.Biz ne kadar asimile olmaya başlamış olsak dahi bir gün bir ray bizi mutlaka yeniden birleştirecek.Baktığım zaman bir grup birbirinden farklı ,daha önce hiç tanışmamış insanlar bile kısa süreliğine yolculuklar için birbirlerine katlanabiliyorlar.Annem bana bunları ilerde büyüdüğümde daha iyi anlayacağımı söyleyerek gösterdi.Bunları göstermeseydi ben belki;o kırmızı başlıklı kızın hiç kurtla karşılaşmadan büyükannesine ulaştığı; Pamuk prensesin cadının getirdiği elmayı asla yemeden prense kavuştuğu masallar dinleyip onlara inanmak isteyebilirdim.Masal kahramanları bile sıkıntılarını yalnız başlarına çözüyorlar.Onlarda yalnızlığa mahkumdular tıpkı Ludwig Van Beethoven’ın  sağırlığındaki sessizliğine ve yalnızlığına son vermek için yarattığı 9.senfonisi gibi.Birden kafamı yukarı kaldırıyorum ve vagondaki herkesin inerken bana bakıp gülümsediğini görüyorum demek ki büyükler küçüklere bakmaktan korkmuyorlar.Küçük olmak belki de yalnızlığa aykırıydı.=)))

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder